"Buenos Aires, Fahişeler ve Loco", Arjantin'in yeraltı dünyasında geçen, insan ve uyuşturucu ticareti yürüten Fransız ve Polonyalı çeteler arasındaki acımasız savaşın gölgesinde gelişen bir intikam öyküsü. "Loco" (Deli) lakabıyla tanınan Federico, gözü kara ve tetiğe asılmaya meyilli genç bir adamdır. Şehrin gözde genelevini korumak için Fransız’ın hizmetine girer. Ancak Fransız'ın insafsız rakibi Janos, olayları öyle bir şiddet sarmalına sürükler ki, sonunda sokaklar kan gölüne dönecektir.
1926 yılında geçen öykü, alkol yasağı ya da efsaneleri sinemayla ölümsüzleştirilen büyük gangsterlerin dünyasının dışında cereyan eder. Mafya üzerine çekilmiş en seçkin filmlerden biri olan “Baba” (The Godfather) gibi, suçlularla polisler (yani iyi ile kötü) arasındaki bir çatışmayı değil, farklı suç örgütleri arasındaki bir güç mücadelesini konu alır. Ve bu nedenle, uygun biçimde, ahlaki referansların okuyucudan saklandığı bir anlatı tutturulmuştur.
Her iki taraf da acımasız, içgüdüleriyle hareket eden ve hayvani bir etiğe sahip kişilerden oluşur. Yine de, empati kurallarına karşılık gelen (Coppola'nın filminde de olan bir şey) "İyiler" şu iki özellikleriyle ayırt edilir; İlki, eylemlerinin tepkiselliğidir. Diğeri ise, "Kötüler" ile kıyaslandığında kendilerine daha entelektüel, sahte bir medeni hava vermeleri.
Bu konuda, fuhuşun tasvirindeki farkı belirtmek gerekir: Fransız’ın kızları, bir çeşit Moulin Rouge atmosferinde çalışır ve müşterilerle pazarlık etme özgürlüğüne sahiptir. Buna karşılık Janos’un Polonyalıları, kızları köle pazarlarını andıran açık arttırmalardan satın alır, onları zorla ya da uyuşturarak çalışmaya mecbur bırakır. Ancak, vahşet sadece bir tarafa özgü değildir. Fransız ve onun tetikçileri de amaçlarına ulaşmak için hiç tereddüt etmeden ateş eder, masumları katlederler.
Barreiro'nun mükemmelliğe son derece yakın senaryosu, peş peşe unutulmaz sahnelerle, sadece birkaç sayfada ilgimizi çeken karakterler çiziyor. Sadeliğin ve karmaşanın el ele yürüdüğü nadir örneklerden biri. Ana olay örgüsü kısa bir paragrafta özetlenebilir (hatta bir sinopsis, ya da başlıkta) ve hikâye yine de tamamen anlaşılır olur. Ama aynı zamanda, onu benzersiz ve büyüleyici kılan detaylar, nüanslar, tatlarla bezenmiştir. Hikaye, Dashiell Hammett'in Kızıl Hasat (Red Harvest) romanının serbest bir uyarlamasıdır.
Oswal’ın çalışması ise, o gevşek, özgür çizgisi nedeniyle bir miktar belirsizlik ya da aceleye getirilmişlik hissi verebilir, çünkü bazen tek bir çizgide bir elin şeklini, iki kalın fırça darbesinde bir elbisenin dokusunu sezmek mümkündür. Ama okumaya başladığımızda fark ederiz ki, orada ne eksik ne fazla, tam olması gerektiği kadar şey vardır. Ortam, karakter ve sahne akışı arasında neredeyse mistik bir denge tutturulmuştur, ki bu da ancak ustalıkla açıklanabilir. Kompozisyon, perspektifi zorlamadan çeşitlilik gösterir. Vahşetten ve hatta sadizmden bakışını kaçırmaz. Ancak özellikle vurgulamak gerekir ki, şiddet bir gösteriş aracı olarak kullanılmaz. Odak, saldırganda değil, acı çeken kişidedir. Bunu da en iyi biçimde, yaralanan ya da ölenlerin kanla yıkanmış, kaskatı kesilmiş yüzlerinde gösterir. Karşılarında ise kime ait olduğu belirsiz silah çekmiş eller ya da saldırganların bulanık gölgeleri vardır.
Oswal’ın röportajından:
"Ricardo Barreiro bana bu hikâyeyi önerdiğinde, çok hoşuma gitti. 1920’li yıllarda Buenos Aires’te fuhuş çok büyük bir işti ve Arjantin’in sosyal ve politik çevrelerinden pek çok yüksek statülü kişi bu işin içindeydi. Bu yüzden, o dönemin genelevleri, çok ilginç ve çeşitli bir kitleyi bir araya getirirdi. Hepsi de kalemimi gıdıklayan, yani çizmekten keyif aldığım muhteşem karakterlerdi.
Müstehcen kadınlar, pezevenkler, politikacılar ve iş adamları... hepsi capcanlı bir renk paletini oluşturuyordu. Küçük Polonyalı kızların çalıştığı, halkın gittiği genelevler vardı; bunlar, sahte evlilik vaatleriyle kandırılıp ülkeye getirilen ve ardından kaderlerine terk edilen genç kızlardı. Bir de daha seçkin evler vardı ki, buralarda güzel Fransız kadınlarına (Franchutas) rastlamak mümkündü.
Birinin senaryosunu aldığımda, bu onları takdir ettiğim, anlattıklarına hayran olduğum ve mesajlarını değiştirmeden bir şeyler ekleyebildiğim içindir. Çizgi romanlar edebiyatla yakından bağlantılıdır; tek yaptıkları belirli sayıda kelimeyi görsellerle değiştirmektir, ancak özünde bir hikaye anlatırlar. Bu nedenle, bize olayları hangi sırayla sunmamız gerektiğini, bir karakteri nasıl tanıtacağımızı, bir sonsözü nasıl tanımlayacağımızı veya bir manzarayı nasıl betimleyeceğimizi öğretenler edebiyatın büyükleridir. Bir sahne çizdiğimde, içten içe onu bir yazarmışım gibi düşünürüm. Bazen insanlar bana asıl işimin yazarlık olduğunu söylüyorlar. Aslında çizer, çizen bir yazardır. Bu benim kişisel fikrim. Ya da fikrimden ziyade diğerlerinden ayrıldığım nokta. Çizer olağanüstü olabilir, ama nasıl anlatacağını bilmiyorsa, işe yaramazdır. Diğer yandan, teknik anlamda çok iyi olmayan ama mükemmel anlatım becerisine sahip çizerler vardır ve ben onlara tutkuyla bağlıyım."
Buenos Aires, Fahişeler ve Loco, tartışmasız zarafeti sayesinde, onu zamanında tanımış olan okurlar arasında küçük ama sadık bir takipçi kitlesi edinmiştir. Ne var ki bugün, yeni kuşakların gözünden uzak, unutulmuş durumdadır. 1980'de, önce Arjantin'in Hora Cero dergisinde, fazla geçmeden de İspanya'daki CIMOC dergisinde tefrika halinde yayımlanmış, 1990'da Norma Yayınları’nın El Muro Koleksiyonu’nun 7. cildi olarak kitaplaştırılmıştır.
Carlos Di Sarli - Roberto Rufino - Griseta, 1941
Barreiro'nun bir diğer öyküsüne bu bağlantıdan erişebilirsiniz; Kabil



lenard inat etti mandos buraya baktı.. Teşekkürler her ikinize de.. Gelecek Program/lar umutla beklenecek.
YanıtlaSilÖrseledi beni. Hunharca kaba laflar etti, Nilly. :) Gelecek programımız pek yakında diyorum. Sevgiler saygılar.
Sil