1

Ray Kurzweil - İnsanlık 2.0

ALTI EVRE

Herkes, kendi görüşünün sınırlarını dünyanın sınırları olarak kabul eder.
—Arthur Schopenhauer

Tekilliğin farkına ilk ne zaman vardığımdan emin değilim. Bunun ilerici bir uyanış olduğunu belirtmeliyim. Bilgisayar teknolojisiyle bağlantılı teknolojilerle uğraştığım neredeyse yarım yüzyıllık sürede, farklı düzeylerde tanık olduğum sürekli çalkantıların anlam ve amacını kavramaya çalıştım. Zaman içinde, yirmi birinci yüzyılın ilk yarısında belli belirsiz seçilebilen dönüştürücü bir olayın varlığının bilincine vardım. Tıpkı uzaydaki bir kara deliğin, olay ufkuna doğru ivmelenen madde ve enerjinin örüntülerini çarpıcı biçimde değiştirmesi gibi, geleceğimizin kapısında duran bu Tekillik de, cinsellikten tinselliğe, insan yaşamının her yönünü, her kurumunu giderek artan bir biçimde dönüştürmektedir.

O halde Tekillik nedir? Teknolojik değişim hızının, insan yaşamını geri dönülmez biçimde dönüştürecek kadar yüksek olacağı, değişimin etkilerinin de bir o kadar derinleşeceği, geleceğe ait bir dönemdir. Ütopik de distopik de olmadığı halde, bu evre, iş modellerimizden insanın yaşam döngüsüne, hatta ölüme kadar, yaşamımızı anlamlı kılmak için bel bağladığımız kavramları dönüştürecektir. Tekilliği kavramak, geçmişimize verdiğimiz anlama ve gelecekte bizi beklediğini düşündüğümüz sonuçlara bakışımızı değiştirecektir. Tekilliği gerçekten, içselleştirerek anlamak, kişinin genel olarak yaşama bakışını, özeldeyse kendi yaşamını değiştirir. Tekilliği kavramış ve Tekilliğin kendi yaşamına yansımaları üzerine düşünmüş birisini “tekilci” olarak görüyorum.[1]

Birçok gözlemcinin, benim ivmelenen getiriler yasası olarak adlandırdığım şeyin (teknolojik evrimin biyolojik evrimin bir devamı olduğu evrim sürecinin hızındaki doğal ivme) açıkça ortada olan yansımalarını neden hemen kucaklamaya gönüllü olmadığını anlayabiliyorum. Ne de olsa, hemen önümde duran şeyin ne olduğunu görebilmem kırk yılımı aldı, tüm sonuçlarından tam olarak hoşnut olduğumu da hâlâ söyleyemem.

Kapımızdaki Tekilliğin altında yatan kilit düşünce, insanın yarattığı teknolojinin değişim hızının ivme kazandığı, bu teknolojinin sahip olduğu güçlerin de üstel büyüme gösterdiği düşüncesidir. Üstel büyüme yanıltıcıdır. Neredeyse fark edilmeden başlar, sonra beklenmedik -eğer dikkat edilip, yörüngesi izlenmezse, beklenmedik- bir şiddetle patlar (bkz. “Doğrusala Karşı Üstel Büyüme” grafiği).

Şöyle bir örneği düşünelim: Bahçesinde gölü olan bir adam, evde kalıp göldeki balıklarına bakmak, birkaç gün içinde iki kat çoğaldığı söylenen nilüfer yapraklarının gölü kaplamasını engellemek ister. Aylar geçer, adam sabırla bekler, ama nilüfer yaprakları göl yüzeyinde sadece minik lekeler halinde seçilebilmekte, bunlar da belirgin biçimde büyümemektedir. Nilüfer yaprakları göl yüzeyinin yüzde 1’inden az bir bölümünü kapladığı için adam tatile gitmekte sakınca görmez, ailesiyle birlikte yola çıkar. Birkaç hafta sonra döndüğünde, göl yüzeyinin tamamen yaprakla kaplandığını, balıkların da telef olduğunu görerek şaşkına döner. Nilüfer yapraklarının sayısının birkaç günde bir iki katına çıkmasıyla, yaprakların sayılarının ikiye katlandığı son yedi çoğalma, nilüfer yapraklarının gölün tüm yüzeyini kaplamasına yetmiştir. (Sayıları yedi kere ikiye katlandığında erimleri, yani yayılarak kapladıkları alan 128 katına çıkmıştır.) Üstel büyümenin doğası budur.

Bilgisayarlı satrancın 1992’deki acıklı halini küçümseyen Gary Kasparov’u düşünün. Bilgisayarın gücünün her yıl sürekli katlanması, bir bilgisayarın Kasparov’u yalnızca beş yıl sonra yenebilmesini sağladı.[2] Bilgisayarların insanın yeteneklerinin ötesine geçtiği durumların listesi hızla uzamaktadır. Dahası, bilgisayar zekâsının bir zamanlar dar olan uygulamaları, bir etkinlik alanından diğerine, giderek genişlemektedir. Örneğin, bilgisayarlar elektrokardiyogram ve tıbbi görüntülere tanı koyabiliyor, uçakları uçurup indirebiliyor, otomatik silahların taktik kararlarını kontrol edebiliyor, kredi ve finans kararları verebiliyor, daha önce insanın zekâsını gerektiren başka birçok işin sorumluluğunu yükleniyorlar. Bu sistemlerin başarısı, yapay zekâ türlerinin bütünleştirilmesine giderek daha fazla dayanmaktadır. Ancak kuşkucular, çalışılan alanların herhangi birinde yapay zekânın bir kusuru ortaya çıktığında, insanın, kendi yaratılarının yetenekleri karşısındaki değişmez üstünlüğünü vurgulamak için bu alanlara dikkati çekeceklerdir.

Bu kitap, yine de, bilgi tabanlı teknolojilerin birkaç on yıl içinde tüm insani bilgi ve becerileri kapsayacağını ve sonunda, giderek insan beynine özgü örüntü tanıma güçleri, sorun çözme becerileri ile duygusal ve etik zekâyı da içereceğini savunacaktır.

Birçok bakımdan etkileyici olmasına karşın, beyin ciddi kısıtlamalara tabidir. İnce örüntüleri hızla tanımak için beynin yoğun paralelliğini (nöronlar arasında aynı anda çalışan yüz trilyon bağlantı) kullanırız. Ancak düşünmemiz son derece yavaştır: Temel sinirsel hareketler, çağdaş elektronik devrelerden birkaç milyon kere daha yavaştır. Bu da, bizim yeni bilgileri işlemek için kullandığımız fizyolojik bant genişliğini, insanın sahip olduğu tüm bilgi tabanının üstel büyümesine kıyasla son derece kısıtlı kılmaktadır.

Bizim 1.0 sürüm biyolojik bedenlerimiz de aynı şekilde dayanıksızdır; gereksindikleri sıkıcı, koruyucu bakım ritüelleri bir yana, sayısız türden hataya tabidir. İnsan zekâsı zaman zaman yaratıcılığının ve ifade gücünün doruklarına ulaşabilse de, insan düşüncesi büyük ölçüde türetilmiştir, ikincil ve sınırlıdır.

Tekillik, biyolojik bedenlerimiz ve beyinlerimizin söz konusu kısıtlamalarını aşmamızı sağlayacak. Yazgımıza karşı güç kazanacağız. Ölümlülüğümüz kendi elimizde olacak. Dilediğimiz kadar yaşayabileceğiz (bu, sonsuza kadar yaşayabileceğimizi söylemekten biraz farklıdır). İnsan düşüncesini tam olarak anlayacak, kapsamını büyük çapta açıp genişleteceğiz. Zekâmızın biyolojik olmayan bölümü, bu yüzyılın sonunda salt insan zekâsından trilyon kere trilyon kat daha güçlü olacak.

Şu anda bu geçişin ilk aşamalarındayız. Hem paradigma değişiminin ivmesi (temel teknik yaklaşımları değiştirme hızımız) hem de bilgi teknolojisinin kapasitesinin üstel büyümesi, üstel büyüme eğiliminin fark edilir olmaya başladığı aşamaya, yani “eğrinin dirseğine” yaklaşmaya başlamıştır. Bu aşamadan hemen sonra, yükseliş eğilimi patlayabilecek noktaya hızla gelir. Kendimizden ayırmamızın mümkün olmayacağı teknolojimizin büyüme hızları bu yüzyılın ortasına gelmeden, gerçekten dikeymiş gibi görünecek derecede dik hale gelecektir. Katı matematiksel bir bakışla değerlendirildiğinde, büyüme hızları yine sonlu olacaktır, ancak öyle uç noktalara varacaktır ki, getirdikleri değişimler, insanlık tarihinden bir kopuş izlenimi uyandıracaktır. En azından, gelişmemiş biyolojik insanlığın bakışı bu olacaktır.

Tekillik, biyolojik düşüncemiz ve varlığımız ile teknolojimizin birleşmesinin doruğunu temsil edecek, yine insani olan ama biyolojik köklerimizin ötesine geçen bir dünyayla sonuçlanacaktır. Tekillik sonrasında, insan ile makine ya da fiziksel olan ile sanal gerçeklik arasında ayrım olmayacaktır. Bu türden bir dünyada, tartışmasız ‘insan’ olan neyin kalacağını merak ederseniz, bu, tek bir niteliktir, o da bizim türümüze özgü bir nitelik olan, fiziksel ve zihinsel erimini şimdilerdeki kısıtlamalarının ötesine geçirerek genişletme arzusudur.

Bu değişimler üzerine yorum yapan birçok kişi, bu geçiş sonucunda insanlığımızın can alıcı bazı yönlerinin kayboluşu olarak algıladıkları şeye odaklanmaktadır. Ancak bu bakış açısı, teknolojimizin neye dönüşeceği hakkındaki bir yanlış anlamadan kaynaklanır. Bugüne kadar karşılaştığımız tüm makineler, insanın sahip olduğu biyolojik niteliklerin temel inceliğinden yoksundur. Tekilliğin her ne kadar birçok yüzü olsa da, çıkarılacak en önemli anlam şudur: Teknolojimiz, insani özelliklerin en iyisi olarak gördüğümüz şeyin mükemmelliğini ve esnekliğini karşılayabilir hale gelebilecek, sonra da bunun çok ötesine geçecektir.
________________________________________

Sezgiye Dayalı Doğrusal Bakış ve Tarihe Dayalı Üstel Bakış

İlk insan ötesi zekâ yaratılıp, ardından da özyinelemeli bir gelişim sürecine girdiğinde, benzerlerini öngörmeye bile başlayamayacağım temel bir kopukluğun oluşması mümkündür.
—Michael Anissimo

1950’lerde, efsanevi bilgi kuramcısı John von Neumann’ın, “Teknolojinin durmaksızın ivmelenen ilerlemesi ... türler tarihinde, toplumsal yaşamın bildiğimiz biçimiyle devam edemeyeceği bir tür temel tekilliğe doğru yaklaşıyor gibi görünmektedir,” dediği aktarılır.[3] Von Neumann burada iki önemli gözlemde bulunmaktadır: İvme ve tekillik. Birinci düşünce, insan gelişiminin doğrusal (yani, sürekli olarak bir sabitle toplanarak gelişen) değil, üstel (yani, sürekli olarak bir sabitle çarpılarak gelişen) olduğudur.

 Doğrusal ve üstel: Doğrusal büyüme sabittir; üstsel büyüme patlayıcı hâle gelir.

İkincisi ise, üstel büyüme karşı konulmazdır; yavaşça, neredeyse fark edilmeyecek şekilde başlar, ama eğri dirseğinin ötesinde patlayıcı ve son derece dönüştürücü bir hal alır. Gelecek yaygın olarak yanlış anlaşılmıştır. Atalarımız, geleceğin onların gününe oldukça benzeyeceğini düşünüyorlardı; onların bugünü de geçmişlerine çok benzerdi. Üstel eğilimler bundan bin yıl önce de vardı; ancak çok düz ve yavaş olan o çok erken evrede olduklarından eğilim gibi görünmemişlerdir. Sonuçta, gözlemcilerin değişmeyen bir gelecek beklentileri karşılanmıştır. Bugün, sürekli teknolojik ilerleme ile bu ilerlemelerin toplumsal yansımalarını öngörüyoruz. Ama gelecek, çoğu insanın farkında olduğunun çok ötesinde şaşırtıcı olacaktır, çünkü çok az sayıda gözlemci, değişim hızının bizzat kendisinin ivmelendiği gerçeğinin göstergelerini gerçek anlamda içselleştirmiştir.

Gelecekteki zaman dilimlerinde teknik olarak mümkün olanlara ilişkin uzun vadeli çoğu öngörü, gelecekteki gelişmelerin gücünü çok hafife almaktadır; çünkü bu öngörüler, “tarihe dayalı üstel” bakışa değil, benim “sezgiye dayalı doğrusal” olarak adlandırdığım tarih bakışına dayanır. Bundan sonraki bölümde anlatacağım gibi, modellerim, paradigma değişim hızını her on yılda bir ikiye katladığımızı göstermektedir. Yirminci yüzyıl, bugünün ilerleme temposuna doğru hızlanarak yaklaşmış; 2000 yılının ilerleme hızına göre yirmi yıllık bir ilerlemeye eşdeğer başarı sağlamıştır. Yalnızca on dört yıl içinde (2014 yılına kadar) yirmi yıllık bir ilerleme daha kaydedeceğiz, sonra aynı ilerlemeyi yalnızca yedi yılda kaydedeceğiz. Bunu başka bir biçimde ifade etmek gerekirse, yirmi birinci yüzyılda yaşayacağımız, yüzyıllık bir teknolojik ilerleme olmayacak; yaklaşık yirmi bin yıllık ilerlemeye (yine bugünün ilerleme hızıyla ölçüldüğünde) ya da yirminci yüzyılda kaydedilen ilerlemenin bin katı ilerlemeye tanık olacağız.[4]

Geleceğin biçimi konusunda yanlış algılar sık sık ve farklı bağlamlarda ortaya çıkmaktadır. Birçok örnekten biri, yakın geçmişte gerçekleşen, benim de katıldığım, moleküler üretimin yapılabilirliği üzerine bir tartışmada Nobel ödüllü bir panelistin, nano teknolojilerle ilgili güvenlik konularını bir yana bırakarak, “kendiliğinden kopyalanan nano mühendislik ürünü varlıkları [teker teker molekül parçacıklarıyla yapılmış aygıtlar] daha yüz yıl görmeyeceğimizi” duyurmasıdır. Yüz yılın makul bir tahmin olduğunu ve aslında, bugünün ilerleme hızıylaölçüldüğünde (yirminci yüzyılda gördüğümüz ortalama değişim hızının beş katı) tam bu dönüm noktasına ulaşmak için gereken teknik ilerleme miktarına biçtiğim değere denk geldiğini belirttim. Ancak, her on yılda bir ilerleme hızını ikiye katladığımız için, yüz yılda yaşadığımıza eşdeğer ilerlemeyi -bugünün hızıyla- yalnızca yirmi beş takvim yılında göreceğiz.

Benzer biçimde, Time dergisinin, DNA yapısının ortaya çıkarılışının ellinci yıldönümünü kutlamak amacıyla 2003 yılında gerçekleştirdiği Yaşamın Geleceği konferansında, tüm davetli konuşmacılara önümüzdeki elli yılın nasıl olacağını düşündükleri soruldu.[5] Hemen hemen her konuşmacı, son elli yılın ilerlemesine bakıp, bu ilerlemeyi gelecek elli yıl için model olarak kullandı. Örneğin, DNA’yı keşfedenlerden biri olan James Watson, elli yıl içinde, kilo almadan dilediğimizi yiyebilmemizi sağlayacak ilaçlara sahip olacağımızı söyledi.
“Elli yıl mı?” diye yanıtladım. Farelerde yağ hücrelerindeki yağın depolanışını kontrol eden yağ insülin reseptörü genini bloke ederek bunu zaten başardık. İnsanların kullanımına yönelik (RNA engellemesi ve beşinci bölümde tartışacağımız diğer tekniklerin kullanıldığı) ilaçlar bugün geliştirilmektedir, birkaç yıl içinde de Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu’nun test konuları arasına girecektir. Bunlar beş ile on yıla kadar piyasada olacaktır, elli değil. Diğer tahminler de aynı şekilde öngörüsüz, önümüzdeki yarım yüzyılın getireceği büyük değişiklikler yerine bugünün araştırma önceliklerini yansıtan tahminlerdi. Sekizinci bölümde anlatacağım gibi, her ne kadar değişimlerin ifade ettikleri konusunda aynı düşüncede olmasak da, bu konferanstaki bütün düşünürler arasında geleceğin üstel doğasını dikkate alan bir tek Bill Joy ile ben vardık.

İnsanlar sezgisel olarak, var olan ilerleme hızının gelecek dönemlerde de süregeleceğini kabul ediyorlar. Değişimin temposunun zaman içinde nasıl arttığını görecek kadar yaşamış kişiler için bile, irdelenmemiş sezgi, insanda, değişimin en son dönemde tanık olduğuyla aynı hızda gerçekleştiği izlenimini bırakır. Matematikçi bakışına göre bunun nedeni, yalnızca kısa bir zaman diliminde incelendiğinde üstel eğrinin düz bir çizgi gibi görünmesidir. Sonuçta, genelde donanımlı yorumcular bile geleceğe ilişkin değerlendirmelerinde sonraki on yıl ya da yüz yıllık değişimi belirlerken o andaki değişim hızını kullanırlar. Geleceğe bu tür bakışı “sezgiye dayalı doğrusal” bakış olarak nitelememin nedeni budur.

Ancak teknoloji tarihinin ciddi bir değerlendirmesi, teknolojik gelişmenin üstel olduğunu ortaya koyar. Üstel gelişme, herhangi bir evrim sürecinin özelliğidir, teknoloji ise bu tür evrim sürecinin başlıca örneklerindendir. Farklı yöntemlerle, farklı zaman ölçeklerinde ve elektronikten biyolojik olanlara kadar çok çeşitli teknolojiler için, hatta insan bilgisinin miktarından ekonominin büyüklüğüne kadar düşündürdükleri açısından verileri inceleyebilirsiniz. İlerlemenin ve büyümenin ivmesi bunların her biri için geçerlidir. Gerçekten de, çoğu zaman yalnızca üstel büyüme değil, “çift” üstel büyümeyi de görürüz, üstel büyümenin hızının (yani üssün) kendisi üstel olarak büyümektedir (örneğin, bkz. bir sonraki bölümdeki bilgisayarlı hesaplamanın fiyat performansı üzerine tartışma).

Birçok bilim insanı ve mühendis, benim “bilim insanının karamsarlığı” olarak adlandırdığım şeye sahiptir. Çoğu zaman, kendilerini, üstesinden gelmeleri gereken çağdaş bir konunun zorluk ve karmaşık ayrıntılarına öylesine kaptırırlar ki, kendi çalışmalarının ve içinde çalıştıkları daha geniş alanın uzun vadeli sonuçlarını değerlendirmeyi dikkate almazlar. Benzer biçimde, her yeni kuşak teknolojiyle birlikte edinebilecekleri çok daha güçlü araçları da gözden kaçırırlar.

Bilim insanları kuşkucu olacak, güncel araştırma hedefleri üzerine dikkatli konuşacak ve ancak ender durumlarda bilimsel arayışın o günkü oluşumlarının ötesinde değerlendirme yapacak şekilde yetiştirilirler. Bir bilim ve teknoloji kuşağının bir insan kuşağından uzun ömürlü olduğu durumlarda bu, yeterli bir yaklaşım olabilir ama artık bilimsel ve teknolojik ilerlemenin bir kuşağı ancak birkaç yıl sürdüğüne göre, bu yaklaşım artık toplumun çıkarlarına hizmet etmemektedir.

1990 yılında, on beş yıl gibi kısa bir sürede tüm bir insan genomunun şifresinin çözülmesi hedefinden kuşku duyan biyokimyacıları düşünün. Bu bilim insanları, tam bir yılı yalnızca genomun on binde birinin şifresinin çözülmesi için harcadılar. Yani, en akla yatkın ilerleme öngörüleriyle bile, tüm bir genomun dizi çözümlemesinin, daha da uzun değilse bile, en azından yüz yıl sürecek gibi görünmesi onlara doğal göründü.

Ya da 1980’li yılların ortalarında internetin önemli bir olgu olup olamayacağı konusunda dile getirilen kuşkuları düşünün; kaldı ki o dönemde, internet yalnızca on binlerce düğümü (sunucu olarak da bilinir) kapsıyordu. Aslında, düğüm sayısı her yıl ikiye katlanıyordu; dolayısıyla, on yıl sonra on milyonlarca düğümün olması akla yatkındı. Ancak bu eğilim, tek bir yılda dünya çapında yalnızca birkaç bin düğümün eklenmesine izin veren 1985 yılının en ileri teknolojisiyle uğraşanlar tarafından benimsenmedi.[6]

Bunun karşıtı bir kavramsal hata, uygun büyüme hızı modellenmeden, üstel büyümeyle ilgili belli olguların öncelikle fark edilmesi ve fazlasıyla saldırgan bir tavırla uygulanmasıyla ortaya çıkar. Üstel büyüme zaman içinde hız kazanmakla birlikte bir anda oluşuvermez. “internet balonu” ve bununla ilişkili telekomünikasyon balonu dönemlerinde (1997-2000) ortaya çıkan sermaye değerlerindeki (yani borsa fiyatlarındaki) ani yükseliş, üstel büyümenin bile akla yatkın herhangi bir beklentisinin çok ötesindeydi. Sonraki bölümde göstereceğim gibi, internetin ve e-ticaretin gerçek anlamda benimsenmesi, hem ani yükseliş hem de düşüş yoluyla düz bir üstel büyüme göstermiş; bu büyümeden beslenen gayretkeş beklentiler yalnızca sermaye (borsa) değerlemelerini etkilemiştir. Daha önceki paradigma değişimlerinde -örneğin, demiryolu çağının ilk dönemlerinde (1830’lar), internette yaşanan ani yükseliş ve düşüşün eşdeğerinin demiryollarını genişletme çılgınlığına yol açtığında olduğu gibi- benzer yanlışlarla karşılaşmıştık.

Kehanette bulunanların düştüğü bir diğer yanılgıysa, ortaya çıkacak dönüşümleri, başka hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi, bugünün dünyasındaki tek bir eğilimin sonucu olarak ele almalarıdır. İyi bir örnek, yaşam süresinin radikal biçimde uzamasının nüfus fazlalığına, dolayısıyla insanın yaşamını sürdürmek için gereksindiği sınırlı malzeme kaynaklarının tükenmesine yol açacağı kaygısıdır; ancak bu kaygı da, nano teknoloji ile güçlü yapay zekânın aynı oranda sağlayacağı radikal zenginliği göz ardı etmektedir. Örneğin, nano teknoloji tabanlı üretim aygıtları 2020’li yıllarda, hemen hemen her tür fiziksel ürünü pahalı olmayan hammadde ve bilgilerden oluşturma yeteneğine sahip olacaklar.

Doğrusalın karşısına üstel büyümeyi koyan bakış açısını vurgulamamın nedeni, bunun, gelecekteki eğilimleri ele alarak kehanette bulunanların en önemli eksikliği olmasıdır. Teknoloji üzerine yapılan çoğu öngörü ve öngörülerde bulunanlar, teknolojik ilerlemenin bu tarihsel üstel görünümünü bütünüyle göz ardı ederler. Gerçekten de, karşılaştığım insanların neredeyse tümü, geleceğe yönelik doğrusal bir bakışa sahipler. İnsanlar, işte bu nedenle (üstel büyüme göz ardı edildiği için), kısa dönemde başarılabilecek şeyleri büyütüp (gerekli ayrıntıları dışladığımız için), uzun dönemde başarılacakları azımsamaktadırlar.

Altı Evre

Önce biz araçları yaratırız, sonra da onlar bizi.
—Marshall McLuhan

Gelecek artık eskisi gibi değil.
—Yogi Berra

Evrim, yükselen bir düzenle örüntü oluşması sürecidir. Düzen kavramını sonraki bölümde irdeleyeceğim; bu bölüm, örüntü kavramına odaklanacaktır. Dünyamızın nihai öyküsünü oluşturan şeyin, örüntülerin evrimi olduğuna inanıyorum. Evrim, dolaylı yoldan işler: Her aşama ya da evre, bir sonrakini oluşturmak için kendinden önceki evrenin bilgi işleme yöntemlerini kullanır. Evrimin -biyolojik ve teknolojik- tarihinin altı evrede oluştuğunu düşünüyorum. İrdeleyeceğimiz gibi, Tekillik Beşinci Evreyle başlayıp Altıncı Evrede Yeryüzünden evrenin geri kalanına yayılacaktır.
________________________________________

Birinci Evre: Fizik ve Kimya. Köklerimizi, bilginin en temel yapılarıyla temsil edildiği duruma, madde ve enerji örüntülerine kadar izleyebiliyoruz. Yakın geçmişte ortaya atılan kuantum kütleçekim kuramları, zaman ve uzayın ayrık kuantum parçacıklarına, yani temel olarak bilgi kırıntılarına bölündüğü düşüncesini benimser. En son noktada, madde ve enerjinin doğasının sayısal mı yoksa analog mu olduğu konusunda anlaşmazlık vardır, ancak bu konunun nasıl çözümlendiği bir yana, atom yapılarının ayrık bilgileri sakladıkları ve temsil ettikleri bilinmektedir.

Büyük Patlama’dan birkaç yüz bin yıl sonra, elektronların, protonlar ile nötronlardan oluşan çekirdeğin etrafındaki yörüngede tutulmasıyla atomlar oluşmaya başladı. Atomlar, elektrikli yapıları nedeniyle “yapışkanlaştılar.” Birkaç milyon yıl sonra atomların birleşerek molekül denilen görece kararlı yapıları oluşturmasından kimya doğdu. Karbon, tüm elementler arasında en değişken element olarak öne çıkar; dört yönde bağ kurabilir (diğer birçok element bir ile üç arası bağ kurar), karmaşık, bilgi yönünden zengin, üç boyutlu yapılar oluşturabilir.

Evrenimizin kuralları ile temel kuvvetler arasındaki etkileşimi yöneten fizik sabitlerinin dengesi, bilginin düzenlenmesine ve (artan karmaşıklıkla sonuçlanarak) evrilmesine incelikle ve tam olarak o denli uygundur ki, insan, böylesine olanaksız görünen bir durumun nasıl oluştuğunu merak eder. Kimisinin tanrısal bir elin varlığını gördüğü yerde kimisi kendi ellerimizi -yani bu soruları, ancak bizim evrilmemize izin veren bir evrende sorabileceğimiz düşüncesini benimseyen antropik ilkeyi- görür.[7] Çoklu evrenler hakkındaki son fizik kuramları, düzenli olarak her birinin kendine özgü kuralları olan yeni evrenlerin yaratıldığını, ancak bunların çoğunun ya kısa zamanda yok olup gittiğini, yok olmazlarsa da, kuralları giderek karmaşıklaşan biçimlerin evrimini desteklemedikleri için, dikkate değer herhangi bir örüntünün evrimi (Yeryüzü tabanlı biyolojinin oluşturduğu gibi) olmadan süregeldiklerini kurgular.[8]Kozmolojinin erken dönemlerine uygulanan bu evrim kuramlarını nasıl sınayabildiğimizı düşlemek zor; ancak, evrenimizin fizik kurallarının, artan düzeylerde düzen ve karmaşanın evrimine olanak vermeleri için ne gerekiyorsa tam da o oldukları açıktır.[9]
________________________________________

İkinci Evre: Biyoloji ve DNA. Birkaç milyar yıl önce başlayan ikinci evrede, karmaşık molekül yığınları kendiliğinden kopyalanan mekanizmaları biçimlendirmeğe ve yaşam oluşmaya başlayıncaya kadar karbon tabanlı bileşimler çapraşıklaşmıştır. Sonunda biyolojik sistemler, daha büyük bir molekül topluluğunu betimleyen bilgiyi depolayabilen kusursuz bir sayısal mekanizma (DNA) geliştirmişlerdir. Bu molekül ile onu destekleyen kodon ve ribozom çarkı, bu ikinci evrenin evrimsel deneylerinin bir kaydının tutulabilmesini mümkün kılmıştır.


Üçüncü Evre: Beyinler. Her evre, bilgi evrimini daha ileri bir “dolaylama” düzeyine giden bir paradigma değişimiyle sürdürür. (Yani evrim, bir evrenin sonuçlarını sonraki evreyi oluşturmak için kullanır.) Örneğin, üçüncü evredeki DNA güdümlü evrim, bilgiyi kendi duyu organlarıyla algılayıp, bu bilgiyi beyinlerinde ve sinir sistemlerinde işleyebilen ve saklayabilen organizmaları üretmiştir. Bu, (dolaylı olarak) üçüncü evrenin bilgi işleme mekanizmalarını (organizmaların beyinleri ve sinir sistemleri) olanaklı kılan ve tanımlayan ikinci evrenin mekanizmaları (DNA ve proteinlerin epigenetik bilgisi ve gen ekspresyonunu kontrol eden RNA parçaları) sayesinde gerçekleştirilebilmiştir. Üçüncü evre, ilk hayvanların örüntüleri tanıma yetenekleriyle başlamıştır; bu yetenek de hâlâ beyin faaliyetlerimizin büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır.[10]Sonuçta türümüz, yaşadığımız dünyanın soyut zihinsel modellerini yaratma ve bu modellerden akılcı biçimde çıkarılacak anlamlar üzerine düşünme yeteneğini geliştirmiştir. Biz, kendi zihinlerimizde dünyayı yeniden tasarlama ve bu düşünceleri eyleme geçirme yeteneğine sahibiz.
________________________________________

Dördüncü Evre: Teknoloji. Türümüz, doğuştan gelen akılcı ve soyut düşünce yeteneğini, diğer parmakları karşılayan başparmağımızla birleştirerek, dördüncü evreyi ve bir sonraki dolaylama düzeyini başlatmıştır: İnsan eliyle yaratılan teknolojinin evrimi. Bu evrim, basit mekanizmalarla başlayıp, karmaşık otomatlara (otomatik mekanik makinelere) kadar gelişmiştir. Sonuçta, ayrıntılı bilişim ve iletişim aygıtları sayesinde, teknolojinin kendisi karmaşık bilgi örüntülerini algılama, saklama ve değerlendirme yeteneğine sahip olmuştur. Zekânın biyolojik evriminin ilerleme hızını, teknolojik evrimin ilerleme hızıyla kıyaslayabilmek için en gelişmiş memelilerin beyinlerine her yüz bin yılda bir yaklaşık 16,5 cm3 madde eklediğini, buna karşın bilgisayarların bilişim hızını her yıl kabaca ikiye katladığımızı düşünün (bkz. bir sonraki bölüm). Elbette ne beyin boyutu ne de bilgisayar kapasitesi zekânın tek belirleyicisidir, ama bunlar, olanak sağlayan etmenleri temsil ederler.

Hem biyolojik evrimin hem de insan teknolojisinin gelişmesinin ana dönüm noktalarını bir grafik üzerinde gösterip, x eksenini (kaç yıl önce olduğu) ve yeksenini (paradigma değişiminin süresi) logaritmik ölçeklerde işaretlersek, biyolojik evrimin doğrudan insan yönetimli gelişmeye doğru uzandığı oldukça düz bir çizgi (sürekli ivme) buluruz.[11]

Tekilliğe Geri Sayım: Bir sonraki olaya kadar olan sürenin daha kısa olmasının işaret ettiği üzere, hem biyolojik evrim hem de insan teknolojisi sürekliliği olan bir ivme göstermektedir (yaşamın başlamasından hücrelerin oluşumuna kadar iki milyar yıl; kişisel bilgisayarın bulunmasından Dünya Çapında Ağa kadar on dört yıl).

Evrimin doğrusal görünüşü: Bir önceki şekille yine aynı bilgiyi kullanmakla birlikte, bugünden önceki zaman için logaritmik yerine doğrusal ölçek kullanır. Bu grafik, kazanılan ivmeyi daha çarpıcı biçimde ortaya koyar, ancak ayrıntılar görülmez. Doğrusal bakış açısıyla ele alındığında, kilit olayların çoğu “yakın geçmişte” olmuştur.
________________________________________

Yukarıdaki şekiller, benim biyoloji ve teknoloji tarihindeki kilit gelişmelere bakışımı yansıtmaktadır. Bununla birlikte, evrimin sürekli ivmesini gösteren düz çizginin, özellikle benim seçtiğim olaylara bağlı olmadığını dikkate alın. Birçok gözlemci ve başvuru kitabı, biyolojik ve teknolojik evrimin önemli olaylarını içeren listeler oluşturmuşlardır, bu listelerin her birinin kendine özgü belirgin nitelikleri vardır. Yaklaşımların çeşitliliğine karşın, yine de eğer çeşitli kaynaklardan aldığımız listeleri birleştirirsek (örneğin, Britannica Ansiklopedisi,Amerika Doğa Tarihi Müzesi, Carl Sagan’ın “kozmik takvim”i ve diğerleri), aynı belli düzgün ivmeyi görürüz. Aşağıdaki grafikte, on beş ayrı kilit olay listesi bir araya getirilmiştir.[12] Farklı düşünürler, aynı olaya farklı tarihler verdiklerinden ve farklı listeler farklı ölçütlere göre seçilmiş benzer ya da örtüşen olayları içerdiğinden, bu verilerdeki “gürültü” (istatistik değişken) nedeniyle, eğilim çizgisinde beklendik bir “kalınlaşma” görüyoruz. Bununla birlikte, genel eğilim çok bellidir.

Evrim hakkında on beş görüş: Kilit olaylara ilişkin on beş farklı listenin gözünden dünya tarihindeki önemli paradigma değişimleri. Biyolojik, ardından teknolojik evrim yoluyla belirgin bir düzgün ivme eğilimi görülmekte.
On üç listedeki olay kümeleri temelinde kanonik dönüm noktaları.

Fizikçi ve karmaşıklık kuramcısı Theodore Modis bu listeleri çözümleyip, listelerdeki aynı, benzer ve/veya ilişkili olayları bir araya getirerek (kanonik dönüm noktaları adını verdiği) yirmi sekiz olay kümesi belirlemiştir.[13] Temelde listelerdeki “gürültüyü” (örneğin, listeler arasındaki tarih değişkenleri) kaldıran bu süreç, yine aynı gelişmeyi ortaya koymuştur.

Bu grafiklerde üstel olarak büyüyen nitelikler, sonraki bölümde araştıracağımız düzen ve karmaşıklık kavramlarıdır. Söz konusu ivme, bizim sağduyulu gözlemlerimizle uyuşmaktadır. Bir milyar yıl önce, bir milyon yıllık bir süre içinde bile pek fazla bir şey olmamıştır. Ama çeyrek milyon yıl önceden başlayarak, türümüzün evrilmesi gibi çığır açan olaylar yalnızca yüz yıl gibi zaman dilimlerinde olmuştur. Teknolojide ise, elli bin yıl öncesine gidersek, bin yıllık bir dönemde pek fazla bir şeyin olmadığını görürüz. Ama yakın geçmişte, Dünya Çapında Ağ (www) gibi yeni paradigmaların yalnızca on yıl içinde ortaya çıkıp, kitlelerce benimsenmesi (yani, gelişmiş ülkelerdeki nüfusun dörtte biri tarafından kullanılması) derecesinde ilerleme kaydettiğini görürüz.
________________________________________

Beşinci Evre: Teknoloji ile Birleşen İnsan Zekâsı. Onlarca yıl ileriye baktığımızda, Tekillik beşinci evrede başlayacaktır. Tekillik, kendi beyinlerimizde gömülü engin bilgi ile teknolojimizin çok daha büyük kapasite, hız ve bilgi paylaşım yeteneğinin birleşmesinden doğacaktır. Beşinci evre, insan-makine uygarlığımızın, insan beyninin yalnızca yüz trilyonluk son derece yavaş bağlantılarının getirdiği kısıtlamaları aşmasını sağlayacaktır.[14]

Tekillik, yüzyılların getirdiği insani sorunları çözmemizi sağlayacak, insan yaratıcılığını büyük çapta artıracaktır. Evrimin bize bağışladığı zekâyı koruyup geliştirirken, biyolojik evrimin temelindeki sınırlamaların üstesinden geleceğiz. Ancak Tekillik, yıkıcı eğilimlerimizle eyleme geçme yeteneğimizi de geliştirecektir, bu nedenle öyküsünün tamamı henüz yazılmamıştır.
________________________________________

Altıncı Evre: Evrenin Uyanışı. Bu konuyu altıncı bölümde, “Evrenin Zeki Yazgısı Üzerine...” başlığı altında irdeleyeceğim. Tekillikten sonraki dönemde, insan beynindeki biyolojik kökeninden ve insan dehasının teknolojik kaynağından türetilen zekâ, madde ve enerjiyi kendi içinde doygunluğa ulaştıracaktır. Bunu, en uygun bilişim düzeyini sağlayıp (üçüncü bölümde tartışacağımız çerçevede) kaynağından dünyaya yayılabilmek için madde ile enerjiyi yeniden düzenleyerek başaracaktır.

Bugün, ışık hızının bilgi aktarımında bağlayıcı bir unsur olduğunu düşünüyoruz. Bu sınırlamadan kurtulmaya çalışma fikrinin son derece spekülatif görülmesi gerekse de, bu kısıtlamanın aşılabileceğini gösteren işaretler vardır.[15]Çok küçük sapmalar olsa bile, sonunda ışıktan daha hızlı olma yeteneğini denetleyip, kullanabileceğiz. Uygarlığımızın yaratıcılık ve zekâsını evrenin diğer yanlarına hızlı mı yoksa yavaş mı yayacağı onun değişmezliğine bağlıdır. Her durumda, evrenin “akılsız” madde ve mekanizmaları, bilgi örüntülerinin evriminde altıncı evreyi oluşturacak olan zekânın son derece yüksek biçimlerine dönüşecektir.

Bu, Tekilliğin ve evrenin sonul yazgısıdır.


Tekillik Yakında

Biliyorsun, her şey çok farklı olacak!... Yok, yok, demek istediğim, gerçekten farklı olacak!
—Bilgisayar uzmanı Mark Miller’dan Eric Drexler’e,
1986 dolayları

Bu olayın sonuçları nelerdir? İnsanın zekâsından daha ileri bir zekâ tarafından yönlendirilen ilerleme çok daha hızlı olacaktır. İlerlemenin kendisiyle -daha kısa bir zaman ölçeğinde- daha da zeki oluşumların yaratılmaması için bir neden yok gibi görünmektedir. Bu durumun en iyi evrimsel geçmişle kıyaslanabildiğini düşünüyorum: Hayvanlar sorunlara uyum gösterebilir, icat yapabilir, ama bunlar çoğu zaman doğal seçilimin işleyişinden hızlı olamamakta, doğal seçilim sürecinde, dünya kendi simülatörü gibi davranmaktadır. Biz insanlar dünyayı içselleştirip, kafalarımızda “eğer ... varsayarsak” şeklinde koşullu önermeler yürütme yeteneğine sahibiz; birçok sorunu doğal seçilimden binlerce kat hızlı çözebiliriz. Bugün, bu simülasyonları çok daha yüksek hızlarda gerçekleştirecek araçları yaratarak, artık alt seviyelerdeki hayvanlardan olduğu kadar, beşeri geçmişimizden de radikal biçimde farklı bir düzene giriyoruz. İnsanın bakış acısıyla bu değişim, önceki tüm kuralların belki de göz açıp kapayıncaya kadar atılıverilmesi, her tür kontrol umudunun ötesinde üstel bir kaçış olacaktır.
—Vernor Vinge, “The Technological Singularity”
[“Teknolojik Tekillik”] 1993

Gelin üstün zekâlı bir makineyi, ne kadar zeki olursa olsun, bir insanın zihinsel etkinliklerinin çok ötesine geçebilen makine olarak tanımlayalım. Makinelerin tasarımı da bu zihinsel etkinliklerden biri olduğuna göre, üstün zekâlı bir makine çok daha iyi makineler tasarlayabilecek; o zaman da tartışmasız bir “zekâ patlaması” ortaya çıkacak, insan zekâsı çok gerilerde kalacaktır. Yani, insanın yapması gereken en son icat, yapacağı ilk üstün zekâlı makinedir.
—Irving John Good, “Speculations Concerning The First Ultraintelligent Machine” [“İlk Süper Akıllı Makineye Dair Düşünceler”] 1965

Tekillik kavramını daha geniş bir bakışla kavramak için, sözcüğün tarihçesini araştıralım. İngilizcedeki “Singularity” (Tekillik) sözcüğü, benzeri olmayan, tekil sonuçlara yol açan durum anlamına gelen bir sözcüktür. Matematikçiler sözcüğü, değişmez bir niceliğin giderek sıfıra yaklaşan bir sayıya bölünmesi sonucunda elde edilen ani büyüklük patlaması gibi, herhangi bir sonlu sınırı aşan değerin ifadesi olarak benimsemişlerdir. Örneğin, basit bir fonksiyonu, y = 1/x, ele alın. x’in değeri sıfıra yaklaştıkça, fonksiyonun değeri (y) giderek daha büyük değerler alır.

Matematiksel bir tekillik: x sıfıra yaklaşırken (sağdan sola), 1/x (ya da y) sonsuzluğa yaklaşır.

________________________________________

Böyle bir matematik fonksiyon gerçekte hiçbir zaman sonsuz bir değere ulaşmaz, çünkü bir sayıyı sıfıra bölmek matematik olarak “tanımsızdır” (hesaplanması olanaksızdır). Ancak, bölen x sıfıra yaklaşırken y’nin değeri herhangi bir olası sonlu sınırı aşar (sonsuzluğa yaklaşır).

Sözcüğün benimsendiği ikinci alan astrofizik olmuştur. Büyük kütleli bir yıldızda bir süpernova patlaması olduğunda, kalıntısı er ya da geç sıfır oylum ve sonsuz yoğunluk noktasına doğru düşer, böylece merkezinde bir “tekillik” oluşur. Işığın, bu sonsuz yoğunluğa ulaştıktan sonra yıldızdan kaçamayacağı düşünüldüğü için[16] buna kara delik adı verilmiştir.[17] Kara delik uzay-zaman dokusunda bir yırtılma oluşturur.

Bir kurama göre, evren doğrudan bu türden bir Tekillikle başlamıştır.[18] Ancak, ilginç biçimde, bir kara deliğin yüzeyi sonlu büyüklüğe sahiptir ve kütleçekim gücü, yalnızca kara deliğin sıfır büyüklüğündeki merkezinde kuramsal olarak sonsuzdur. Gerçek anlamda ölçülebilen herhangi bir konumda kuvvetler, aşırı büyük olsalar da sonludurlar.

Tekilliğe, insanlık tarihinden bir kopuşu gerçekleştirebilecek bir olay olarak yapılan ilk atıf, John von Neumann’ın yukarıda alıntılanan sözüdür. 1960’larda I. J. Good, zeki makinelerin insanın müdahalesi olmadan, kendilerinden sonra gelecek kuşağı tasarlamaları sonucunda oluşan bir “zekâ patlaması” hakkında yazmıştır. San Diego Eyalet Üniversitesi’nde matematikçi ve bilgisayar bilimcisi olan Vernor Vinge, 1983 yılında Omni dergisindeki bir makalesinde ve 1986 yılında Marooned in Real-time [Gerçek Zamanda Mahsur] adlı bilimkurgu romanında, hızla yaklaşan “teknolojik tekillik” hakkında yazmıştır.[19]

1989 yılında yayımlanan kitabım The Age of Intelligent Machines, yirmi birinci yüzyılın ilk yarısında makinelerin insan zekâsını büyük ölçüde aşmasına doğru kaçınılmaz biçimde yol alan bir geleceği ortaya koymaktadır.[20] Hans Moravec, 1988 tarihli kitabı Mind Children’da [Aklın Çocukları], robotbilimin ilerleyişini çözümleyerek benzer bir sonuca ulaşmıştır.[21] 1993 yılında Vinge, NASA’nın düzenlediği bir sempozyumda Tekilliği, başına buyruk bir olgunun habercisi olarak gördüğü “insan zekâsından daha büyük varlıkların” ortaya çıkışının sonucunda yaklaşan bir olay olarak tanımlayan bir bildiri sunmuştur.[22] 1999 yılında yayımlanan kitabım The Age of Spiritual Machines: When Computers Exceed Human Intelligence [Tinsel Makineler Çağı: İnsan Zekâsını Aşan Bilgisayarlar], biyolojik zekâmız ile yarattığımız yapay zekâ arasındaki giderek yakınlaşan ilişkiyi betimlemektedir.[23] Hans Moravec’in yine 1999 yılında yayımlanan Robot: Mere Machine to Transcendent Mind [Robot: Aklın Ötesine Geçen Makine] adlı kitabı, 2040’ların robotlarını bizim “evrilmiş kalıtçılarımız,” “bizden çıkıp büyüyecek, becerilerimizi öğrenip, hedeflerimizi ve değerlerimizi paylaşacak, ... bizim aklımızın çocukları” olan makineler olarak betimlemektedir.[24] Avustralyalı bilim insanı Damien Broderick, 1997 ve 2001 yıllarında The Spike [Doruk Nokta] adıyla yayımlanan iki ayrı kitabında, teknolojinin on yıllar içinde kazanması beklenen ivmenin varacağı uç aşamaların yaygın etkilerini çözümlemiştir.[25] Geniş kapsamlı bir dizi yazısında John Smart, Tekilliği, “MEST” (madde, enerji, uzay-zaman) sıkışması adını verdiği şeyin kaçınılmaz sonucu olarak tanımlamıştır.[26]

Bana göre Tekilliğin birçok yüzü vardır. Tekillik, teknolojinin sonsuz bir hızda gelişir gibi göründüğü, üstel büyümenin neredeyse dikey olan evresini temsil eder. Matematik bakışla, tabii ki ne kesinti vardır ne de kopma; büyüme hızları, olağanüstü büyük de olsalar, sonludur. Ama şu anki sınırlı çerçevemizden bakıldığında, eli kulağındaki bu durum ilerlemenin sürekliliğinde şiddetli ve ani bir kırılma gibi görünür. “Şu anki” ifadesini vurguluyorum, çünkü Tekilliğin en çarpıcı sonuçlarından biri, bizim anlama yeteneğimizin doğasındaki değişim olacaktır. Teknolojiyle birleştiğimizde çok daha akıllı olacağız.

Teknolojik ilerlemenin hızlanışı, süresiz olarak devam edebilir mi? İnsanların, buna ayak uyduracak kadar hızlı düşünemeyeceği bir nokta yok mudur? Gelişmemiş insanlar için olduğu açıktır. Ama her biri bugünün bilim insanlarından 1000 kat daha zeki, her biri (temelde biyolojik olmayan beyinlerinin bilgiyi işleme hızı daha hızlı olduğundan) çağdaş insanlardan 1000 kat daha hızlı çalışabilen 1000 bilimci neler başarabilir? Bir takvim yılı, onlara bin yıl gibi gelecektir.[27] Ortaya ne çıkarabilirler?

Her şeyden önce, daha zeki olabilmek için gereken teknolojiyi yaratacaklardır (çünkü zekâ kapasiteleri artık sabit değildir). Kendi düşünce süreçlerini, daha da hızlı düşünmelerini sağlayacak biçimde değiştireceklerdir. Bilimciler bir milyon kat daha zeki olup bir milyon kat daha hızlı çalışabildiklerinde, bir saatin sonunda (bugünün tanımlarıyla) yüz yıllık ilerleme kaydedilebileceklerdir.

Aşağıdaki ilkeler Tekillikle ilintilidir; kitabın ilerleyen sayfalarında bunları belgeleyip, geliştirip, çözümleyerek üzerlerinde düşüneceğim

  • Paradigma değişiminin (teknolojik yenilik) hızı ivme kazanmakta, şu anda her on yılda ikiye katlanmaktadır.[28]
  • Bilgi teknolojilerinin gücü (fiyat performansı, hız, kapasite ve bant genişliği) daha da yüksek bir hızda, üstel büyümekte, bugün yaklaşık olarak her yıl ikiye katlanmaktadır.[29] Bu ilke, insan bilgisinin miktarı da dahil olmak özere çok çeşitli ölçümleri kapsar.
  • Bilgi teknolojileri için ikinci bir üstel büyüme düzeyi söz konusudur; yani, üstel büyüme hızının üstel büyümesi (üstel kuvvet). Nedeni, bir teknolojinin maliyet etkinliği arttıkça onun gelişimi için daha fazla kaynak ayrılmakta, böylece üstel büyüme zaman içinde artmaktadır. Örneğin, 1940’larda bilgisayar endüstrisi, artık tarihi değeri olan bir avuç projeden oluşuyordu. Bugün, bilgisayar endüstrisinin toplam geliri bir trilyon dolardan fazladır, araştırma ve geliştirme bütçeleri de aynı oranda daha yüksektir.
  • İnsan beyninin taranması, üstel büyüyen bu teknolojilerden biridir. Dördüncü bölümde göstereceğim gibi, beyin taramalarının uzaysal ve zamansal çözünürlüğü ile bant genişliği her yıl ikiye katlanmaktadır. İnsan beyninin çalışma ilkeleri üzerinde ciddi anlamda ters mühendislik (kod çözme) çalışmalarına başlayabilmek için yeterli araçları henüz ediniyoruz. Beynin birkaç yüz bölgesinden birkaç düzinesinin ustaca hazırlanmış model ve simülasyonlarını çoktan elde ettik. Yirmi yıl içinde insan beyninin tüm bölgelerinin nasıl çalıştığını ayrıntılı olarak anlayabileceğiz.
  • İnsan zekâsını taklit edebilmek için gereken donanıma bu on yılın sonunda süper bilgisayarlarla, gelecek on yılın sonunda da kişisel bilgisayar boyutundaki aygıtlarla sahip olacağız. 2020’li yılların ortalarında ise elimizde insan zekâsının etkili yazılım modelleri olacak.
  • İnsan zekâsını tam olarak taklit edebilmek için gereken donanım ve yazılımla, 2020’lerin sonunda bilgisayarların biyolojik insan zekâsından farklı bir zekâ göstererek Turing testini başarıyla tamamlamalarını bekleyebiliriz.[30]
  • Bu gelişmişlik düzeyine eriştiklerinde bilgisayarlar, insan zekâsının geleneksel olarak güçlü yanlarını makine zekâsının güçlü yanlarıyla birleştirebilecekler.
  • İnsan zekâsının geleneksel olarak güçlü yanları arasında, örüntüleri tanımak gibi müthiş bir yetenek vardır. İnsan beyninin yoğun paralel ve kendiliğinden düzenlenen doğası, incelikli, değişmez özelliklere dayalı örüntüleri tanımak için ideal bir mimaridir. İnsanlar ayıca, algılama yetisini kullanarak ve deneyimden ilkeler çıkararak, dil yoluyla toplanan bilgi de dahil yeni bilgiler edinme yeteneğine sahipler. İnsan zekâsının kilit yeteneklerinden biri de gerçeğin zihinsel modellerini oluşturup, bu modellerin farklı yönlerine göre zihinsel “eğer-böyleyse” deneyleri yürütme yeteneğidir.
  • Makine zekâsının geleneksel olarak güçlü yanlarından biri, milyarlarca veriyi doğru olarak bellekte tutup bu bilgileri anında anımsama yeteneğidir.
  • Biyolojik olmayan zekânın bir diğer avantajı, makinenin bir beceriyi bir kere öğrendikten sonra üst üste birçok kez, hızla, doğru biçimde, yorulmadan yineleyebilmesidir.
  • Belki de en önemlisi, insanın bilgiyi dil yoluyla oldukça yavaş bir hızda aktarmasına karşılık, makinelerin bilgilerini son derece hızlı aktarabilmeleridir.
  • Biyolojik olmayan zekâ, diğer makinelerden ve sonunda insanlardan beceri ve bilgi yükleyebilecek.
  • Memelilerin biyolojik beyinlerinin elektrokimyasal sinyaller için kullandıkları saniyede yüz metrelik hıza kıyaslandığında, makineler sinyalleri ışık hızına yakın bir hızda (yaklaşık olarak saniyede üç yüz milyon metre) işleyip dönüştürebilecek.[31] Bu hız oranı en azından üç milyona birdir.
  • Makineler, internet yoluyla insan-makine uygarlığımızın sahip olduğu tüm bilgiye erişebilecek, bu bilginin tamamına egemen olabilecekler.
  • Makineler kendi kaynaklarını, zekâlarını ve belleklerini birleştirebilirler. İki makine -ya da bir milyon makine- bir araya gelerek tek bir makineyi oluşturup sonra yine ayrılabilirler. Birden çok makine her ikisini de aynı anda yapabilir; birleşir, aynı zamanda da ayrı olabilirler. İnsanlar bunu âşık olmak diye tanımlarlar, ancak bunu yapmak için sahip olduğumuz biyolojik yeteneğimiz uçan ve güvenilmezdir.
  • Geleneksel olarak güçlü olan bu yanların birleşimi (biyolojik insan zekâsının örüntü tanıma yeteneği ile biyolojik olmayan zekânın hızı, bellek kapasitesi, hatasızlığı ve bilgi-beceri paylaşım yetenekleri) müthiş olacaktır.
  • Makine zekâsı, her zaman tutarlı performans gösterebileceği gibi tam bir tasarım ve mimari özgürlüğüne de sahip olacak (yani, sinirler arası bağlantıların geçiş yavaşlığı ya da değişmez kafatası büyüklüğü gibi biyolojik sınırlamalarla kısıtlanmayacaktır).
  • Biyolojik olmayan zekâ, hem insanların hem de makinelerin geleneksel olarak sahip olduğu güçleri birleştirdiğinde, uygarlığımızın zekâsının biyolojik olmayan bölümü artık makinenin fiyat performansı, hızı ve kapasitesindeki çift üstel büyümeden yararlanmayı sürdürebilecek.
  • Makineler tıpkı insanlar gibi, ama insanlardan çok daha hızlı ve büyük kapasitelerle, teknolojiyi tasarlama ve kurma yeteneğini elde ettiklerinde de kendi tasarımlarına (kaynak kod) erişebilecek ve bunları kontrol edebileceklerdir. Bugün insanlar, biyoteknoloji yoluyla benzer bir şeyi (biyolojimizin temelinde bulunan genetik ve diğer bilgi süreçlerini değiştirmeyi) başarmakta, ancak bunu, makineler kendi programlarını değiştirmeyi başardıklarında gerçekleştirebileceklerinden çok daha yavaş ve fazlasıyla sınırlı bir biçimde yapabilmektedirler.
  • Biyoloji içsel sınırlamalara tabidir. Bunlar, yapısal olarak var olan, dışarıdan gelmeyen sınırlamalardır. Örneğin, her canlı organizmanın, katlanan tek boyutlu amino asit dizgelerinin oluşturduğu proteinlerle yapılması gereklidir. Protein tabanlı mekanizmalarda eksik olan, güç ve hızdır. Biyolojik beden ve beyinlerimizde bulunan organ ve sistemlerin tümünü çok daha yetkin biçimde yeniden oluşturabileceğiz.
  • Dördüncü bölümde irdeleyeceğimiz gibi, insan zekâsı, daha önce kavrayabildiğimizin çok üzerinde, belli bir esnekliğe (yapısını değiştirebilme yeteneğine) sahip. Fakat insan beyninin mimarisi yine de fazlasıyla sınırlıdır. Örneğin, her birimizin kafatasının içinde ancak yaklaşık yüz trilyon nöron arası bağlantıyı taşıyabilecek kadar yer vardır. İnsanlarda, primat atalarımıza kıyasla çok daha büyük zihinsel bir yeteneği hazırlayan kilit genetik değişim, daha büyük bir beyin korteksinin yanı sıra beynin belli bölgelerinde daha fazla gri madde dokusunun oluşmasıdır.[32] Ancak bu değişim, biyolojik evrimin çok yavaş ilerleyen zaman ölçeğinde oluşmuştur, hâlâ da beynin kapasitesine içsel bir kısıtlama uygulamaktadır. Makineler kendi tasarımlarını yeniden formülleştirip, kendi kapasitelerini sınırsız biçimde artırabilecekler. Nano teknoloji tabanlı tasarımların kullanılmasıyla, boyut ya da enerji tüketimi artırılmaksızın, makinelerin yetenekleri biyolojik beyinlerinkinin çok ötesine geçecek.
  • Makineler, çok hızlı üç boyutlu moleküler devrelerden de yararlanacaklardır. Bugünün elektronik devreleri, memelilerin beyinlerinde kullanılan elektrokimyasal anahtarlamadan bir milyon kez daha hızlıdır. Yarının moleküler devreleri, on atom genişliğinde ve günümüzün silikon tabanlı transistörlerinden beş yüz kez daha küçük, minik karbon atom silindirleri olan nanotüpler gibi aygıtlara dayanacak. Bu sinyallerin kat etmeleri gereken yol daha kısa olduğu için de bugünün çiplerinin birkaç gigahertzlik (saniyede milyarlarca işlem) hızına karşın, terahertz (saniyede trilyonlarca işlem) hızlarda çalışabilecekler.
  • Teknolojik değişimin hızı, insanın zihinsel hızlarıyla sınırlı olmayacak. Makine zekâsı kendi yeteneklerini, insan zekâsının destek olmadan tek başına izleyemeyeceği bir geribildirim döngüsünde geliştirecek.
  • Makine zekâsının kendi tasarımını böylece yinelenen biçimde geliştirmesinin döngüsü giderek hızlanacak. Gerçekte bu, tam da paradigma değişim hızının kesintisiz ivmesini sağlamak için formülün öngördüğü şeydir. Paradigma değişimlerindeki hızlanmanın sürekliliğine karşı öne sürülen görüşlerden biri, değişimin sonunda insanların izleyemeyeceği kadar hızlanacağı, bu nedenle de olamayacağıdır. Bununla birlikte, biyolojik zekâdan biyolojik olmayan zekâya değişim, eğilimin sürmesini sağlayacaktır.
  • Biyolojik olmayan zekâ döngüsünün ivmelenen gelişimiyle birlikte nano teknoloji, fiziksel gerçekliğin moleküler düzeyde yönlendirilmesini sağlayacaktır.
  • Nano teknoloji, nanobotların, yani molekül ölçeğinde tasarlanmış, “respirositler” (yapay alyuvarlar) gibi mikronlarla (metrenin milyonda biri) ölçülebilen robotların tasarımını mümkün kılacak.[33] Nanobotlar insan bedeninde, (genetik mühendisliği gibi biyoteknolojiler henüz gerçekleştirememiş olsalar bile) yaşlanmayı tersine çevirme dahil, sınırsız rol üstlenecekler.
  • Nanobotlar, biyolojik nöronlarla etkileşime girip, sanal gerçekliği sinir sisteminin içinden yaratarak insan deneyimini büyük ölçüde genişletecekler.
  • Beynin kılcallarındaki milyarlarca nanobot da insan zekâsını büyük ölçüde genişletecektir.
  • Biyolojik olmayan zekâ insan beyninde bir tutunma noktası bulmaya görsün (bilgisayarlı nöron nakliyle bu zaten başlamıştır), beynimizdeki makine zekâsı, gücünü her yıl en az ikiye katlayarak (başından beri olduğu gibi) üstel hızda büyüyecektir. Biyolojik zekâ ise, aksine, gerçekte değişmez kapasiteye sahiptir. Böylelikle zekâmızın biyolojik olmayan bölümü sonuçta ağır basacaktır.
  • Nanobotlar, kendilerinden önceki endüstrileşmeden kaynaklanan kirlenmeyi tersine çevirerek çevreyi de geliştirecekler.
  • Görüntü ve ses dalgalarını yönlendirebilen “sisçik” adı verilen nanobotlar, sanal gerçekliğin biçim değiştirme niteliklerini gerçek yaşama kazandıracaklardır.[34]
  • Duyguları doğru biçimde anlayıp onlara doğru karşılıkları verme yeteneği (duygusal zekâ), insan zekâsının geleceğin makine zekâsının anlayıp ustalaşacağı davranışlarından biridir. Kimi duygusal tepkimiz, sınırlı ve kırılgan biyolojik bedenlerimizin koşullarına göre zekâmızı en etkin biçimde kullanmaya uyum sağlar. Dünyayla etkileşime girebilmesi için geleceğin makine zekâsının da “bedenleri” olacak (örneğin, sanal gerçeklikte sanal bedenler ya da sisçiklerin kullanımıyla gerçek gerçeklikteki izdüşümleri), ama nano mühendislik ürünü bu bedenler biyolojik insan bedenlerinden çok daha yetkin ve dayanıklı olacaktır. Böylelikle, geleceğin makine zekâsının kimi “duygusal” tepkisi, onların çok gelişmiş fiziksel yeteneklerini yansıtmak üzere yeniden tasarlanacak.[35]
  • Sinir siteminin içinden gelen sanal gerçeklik, çözünürlük ve inandırıcılık bakımından gerçek gerçeklikle yarışmaya başladığında, deneyimlerimiz de giderek daha fazla sanal ortamlarda oluşmaya başlayacak.
  • Sanal gerçeklikte hem fiziksel hem de duygusal olarak başka birisi olabiliriz. Gerçekte diğer insanlar (örneğin sevgiliniz), sizin için, sizin kendiniz için seçeceğinizden farklı bir beden seçebilecekler (ya da siz onlar için farklı bir beden seçebileceksiniz).
  • İvmelenen getiriler yasası, biyolojik olmayan zekânın, insan-makine zekâmızı kullanarak evrenin yakın çevremizdeki madde ve enerjisini “doygunluk” noktasına yaklaştırmasına kadar sürecektir. Doygunluktan kastım, bilgisayarlı işlem fiziğini anlayışımıza dayanarak, bilgisayarlı işlem için madde ve enerji örüntülerinin en elverişli düzeyde kullanılmasıdır. Biz bu sınıra yaklaştıkça, uygarlığımızın zekâsı da evrenin geri kalanına yayılarak yeteneklerini geliştirmeyi sürdürecektir. Bu genişlemenin hızı, bilginin seyahat edebileceği en yüksek hıza çabucak erişecektir.
  • Sonuçta, zekâmız tüm evrene işleyecektir. Bu, evrenin yazgısıdır (bkz. altıncı bölüm). Yazgımızın belirlenmesini, göksel mekanikleri yöneten şimdiki “akılsız,” basit, makine benzeri güçlerin ellerine bırakmayıp, kendimiz belirleyeceğiz.
  • Evrenin bu boyutta bir zekâya erişmesi için gereken süre, ışığın hızının değişmez bir sınırının olup olmamasına bağlıdır. Bu sınırdaki olası incelikli ayrıklıkların (ya da çıkış yollarının) belirtileri bulunmaktadır ki eğer bunlar varsa, uygarlığımızın bu gelecekte erişeceği engin zekâ, bunlardan tam anlamıyla yararlanabilecektir.


İşte Tekillik böyle bir şey. Kimileri bunu kavrayamayacağımızı, en azından var olan anlama düzeyimizle kavrayamayacağımızı söyleyecektir. Bu nedenle, olay ufkunun ötesine bakıp, bu ufkun ötesinde ne olduğunu bütünüyle algılayamayız. Bu dönüşüme Tekillik adını vermemizin bir nedeni de budur.

Kendi adıma, olası sonuçları üzerine yıllarca düşündükten sonra bile, bu olay ufkunun ötesine bakmanın, olanaksız olmasa da zor olduğu sonucuna vardım. Yine de görüşüm, düşüncemizin önünde esaslı sınırlar olmasına karşın, Tekillik’ten sonraki yaşamın doğası hakkında anlamlı sözler söyleyebilecek düzeyde soyutlama gücüne sahip olduğumuzdur. En önemlisi, ortaya çıkacak zekâ, zaten şimdiden bir insan-makine uygarlığı olan insan uygarlığını temsil etmeyi sürdürecektir. Bir başka deyişle, geleceğin makineleri, biyolojik olmasalar da insan olacaktır. Bu, evrimde sonraki adımı, sonraki üst düzey paradigma değişimini, sonraki dolaylama düzeyini oluşturacaktır. Uygarlığımızın zekâsı sonuçta büyük ölçüde biyolojik olmayan zekâdan oluşacaktır. Biyolojik olmayan zekâ, bu yüzyılın sonunda insan zekâsından trilyon kere trilyon kat daha güçlü olacaktır.[36] Ancak, sıklıkla dile getirilen kaygıları yanıtlayacak olursak, evrimsel üstünlük tahtından indirilmiş de olsa, bu, biyolojik zekânın sonu anlamına gelmemektedir. Biyolojik olmayan biçimler bile biyolojik tasarımlardan türetilecektir. Uygarlığımız insan olarak kalacak; hatta bu terimi anlayışımız, onun biyolojik kökeninin ötesine geçecek olsa da, insan olarak düşündüğümüzü birçok bakımdan bugünkünden çok daha fazla temsil edecektir.

Birçok gözlemci, insan zekâsından üstün ve biyolojik olmayan zekâ biçimlerinin ortaya çıkışıyla alarma geçmiştir (bu, dokuzuncu bölümde daha ayrıntılı irdeleyeceğimiz bir konu). Başka düşünce alt katmanlarıyla yakın bağlantı kurarak kendi zekâmızı daha değerli kılma potansiyeli bu kaygıyı kuşkusuz hafifletmez; kaldı ki bazı insanlar entelektüel besin zincirinin tepesindeki yerlerini korurken, aynı zamanda “gelişmemiş” olarak kalmak istediklerini dile getirmişlerdir. Biyolojik insanlık açısından bu süper-insan zekâları, gereksinimlerimizi ve arzularımızı karşılayacak sadık hizmetlilerimizmiş gibi görünürler. Ancak, saygın bir biyolojik mirasın isteklerini karşılamak, Tekilliğin getireceği zihinsel gücün yalnızca önemsiz bir bölümünü kapsayacaktır.
________________________________________

2004 dolaylarında Molly: Tekilliğin gerçekleşmek üzere olduğunu nasıl anlayacağım? Demek istediğim, hazırlanmak için zamanım olsun istiyorum.

Ray: Neden, ne yapmayı planlıyorsun?

Molly 2004: Başlangıç olarak, özgeçmişime ince ayar yaparım.

Geçerli güçler üzerinde iyi izlenim bırakmak isterim.

2048 dolaylarında George: Öyle mi, bunu senin için yapabilirim.

Molly 2004: Buna gerçekten gerek yok. Kendim pekâlâ yapabilirim. Birkaç belgeyi de silmek isteyebilirim. Yani, tanıdığım birkaç makineyi aşağıladıklarımı.

George 2048: Ooo, makineler onu her şekilde bulacaklardır. Ama canını sıkma, biz çok anlayışlıyız.

Molly 2004: Her nedense, bu tam anlamıyla inandırıcı değil. Ama yine de belirtilerin neler olacağını bilmek isterim.

Ray: Peki, gelen kutunda bir milyon e-posta olduğunda Tekilliğin geldiğini anlayacaksın
.
Molly 2004: Hımm, bu durumda, çok yaklaştık gibi görünüyor. Ama cidden, şu an bile üzerime doğru uçuşan tüm bu şeylerle baş etmekte zorlanıyorum. Tekilliğin hızına nasıl ayak uyduracağım?

George 2048: Sanal yardımcıların olacak. Aslında yalnızca bir yardımcı gerekecek.

Molly 2004: Sanırım bu sen olacaksın?

George 2048: Hizmetinizdeyim.

Molly 2004: Hah, harika. Her şeyi sen halledeceksin, bana bilgi vermen bile gerekmeyecek. “Molly’ye anlatmakla uğraşma, nasıl olsa anlamayacak, biz yalnızca onun mutlu olmasını sağlayıp, karanlıkta tutalım.”

George 2048: Hayır, öyle değil, hiç değil.

Molly 2004: Yani mutluluk kısmı?

George 2048: Seni karanlıkta tutmaktan söz ediyordum. Eğer istediğin gerçekten buysa, benim neyin peşinde olduğumu kavrayacaksın.

Molly 2004: Nasıl, ne olarak...

Ray: Gelişerek?

Molly 2004: Evet, söylemeye çalıştığım buydu.

George 2048: Güzel, eğer ilişkimiz olabileceğinin en iyisi olacaksa kötü bir düşünce değil.

Molly 2004: Peki olduğum gibi mi kalmalıyım?

George 2048: Sana her koşulda sadık olacağım. Ama yalnız aşkın hizmetlinden daha fazlasını da olabilirim.

Molly 2004: Aslında “yalnız” aşkın hizmetlim olman kulağa pek kötü gelmiyor.

Charles Darwin: Araya girebilirsem... Makine zekâsı, insan zekâsının ilerisine geçtiğinde, kendinden sonra gelecek kuşağını da tasarlayabilmesi gerekir.

Molly 2004: Bu o kadar da tuhaf gelmiyor. Bugün makineler, makine tasarımı yapmak için kullanılıyor.

Charles: Evet ama 2004 yılında makineleri hâlâ insan tasarımcılar yönetiyor. Makineler bir kez insan düzeyinde çalışmaya başladıklarında, bu bir bakıma halkanın tamamlanması demek.

Ned Ludd:[37] İnsanlar da halkanın dışında kalacaklar.

Molly 2004. Yine de oldukça yavaş bir süreç olacaktır.

Ray: Hayır, hiç değil. Eğer biyolojik olmayan zekâ, insan beynine benzer biçimde yapılandırılmış, ama 2004 dolaylarındaki elektrik devrelerinde bile kullanılmış olsa, o nesne—

2104 dolaylarında Molly: “Kadın” demek istiyorsun.

Ray: Evet, elbette... o kadın en azından bir milyon kat daha hızlı düşünebilir.

Timothy Leary: Böylece öznel zaman genişletilir.

Ray: Aynen.

Molly 2004: Çok öznel zaman var gibi geliyor. Siz makineler, bu kadarını ne yapacaksınız?

George 2048: Ah, yapacak çok şey var. Sonuçta, internette insanların sahip olduğu tüm bilgiye erişebiliyorum.

Molly 2004: Yalnızca insanların sahip olduğu bilgiye mi? Peki ya makinelerin sahip olduğu onca bilgi?

George 2048: Tümünü tek bir uygarlık olarak görmeyi yeğliyoruz.

Charles: Yani makineler kendi tasarımlarını geliştirebilecek gibi görünüyor.

Molly 2004: Ah, biz insanlar bunu yapmaya şimdi başlıyoruz.

Ray: Fakat sadece birkaç ayrıntıyı kurcalayabiliyoruz. Doğası gereği, DNA temeline dayanan zekâ o kadar yavaş ve kısıtlı ki.

Charles: Yani makineler kendinden sonraki kuşakları oldukça hızlı tasarlayacaklar.

George 2048: Doğru, 2048’de durum kesinlikle bu.

Charles: Ben de bu noktaya geliyordum, o zaman bu yeni bir evrim çizgisi.

Ned: Daha çok, belirsiz bir kaçış olgusu gibi duruyor.

Charles: Temelinde evrim budur.

Ned: Peki ya makinelerin atalarıyla etkileşimi? Demek istediğim, onların yoluna çıkmak istemezdim. 1800’lerin başında birkaç yıl boyunca İngiliz yetkililerden saklanmayı başardım ama bunun bu...

George 2048: Arkadaşlar.

Molly 2004: Bu küçük robotlardan saklanmak—

Ray: Nanobotlar, demek istiyorsun.

Molly 2004: Evet, bu nanobotlardan saklanmak kesinlikle daha zordur.

Ray: Tekillikten doğacak zekânın, biyolojik mirasına çok saygı duymasını beklerim.

George 2048: Kesinlikle, saygı duymaktan da öte... yüceltme.

Molly 2004: Bu harika George, ben senin saygı duyulan evcil hayvanın olacağım. Bunu düşünmemiştim.

Ned: Tam da Ted Kaczynski’nin söylediği gibi: Hepimiz evcil hayvanlara dönüşeceğiz. Bu bizim yazgımız, hoşnut evcil hayvanlar olmak... Ama kesinlikle özgür insanlar değil.

Molly 2004: Peki ya bu Altıncı Evre? Eğer biyolojik bir varlık olarak devam edersem, tüm bu değerli madde ve enerjiyi verimsiz kullanmış olurum. Benden, her biri benim şimdi düşünebildiğimden çok daha hızlı düşünebilen, bir milyar sanal Molly ve George gibi bir şey olmamı bekleyeceksiniz, öbür tarafa geçmek için çok fazla baskı olacak gibi görünüyor.

Ray: Yine de, sen var olan madde ve enerjinin yalnızca çok küçük bir parçasını temsil ediyorsun. Senin biyolojik olarak kalman, Tekilliğin elindeki madde ve enerjinin büyüklük kertesini pek fazla değiştirmeyecektir. Biyolojik mirasını korumaya fazlasıyla değer.

George 2048: Kesinlikle.

Ray: Tıpkı bugün yağmur ormanlarını ve türlerin çeşitliliğini korumaya çalıştığımız gibi.

Molly 2004: Korktuğum şey tam da buydu. Demek istediğim, yağmur ormanlarında öylesine harika bir iş çıkarıyoruz ki. Sanırım, hâlâ elimizde küçük bir parçası var. Sonumuz soyu tükenmekte olan türler gibi olacak.

Ned: Ya da tükenmiş olanlar gibi.

Molly 2004: Üstelik yalnız ben değilim. Kullandığım bunca eşya ne olacak? Elimden o kadar çok şey geçiyor ki.

George 2048: Bu sorun değil, eşyalarını dönüştürüp yeniden değerlendireceğiz. Gereksinim duyduğunda, ortamları sana gerektiği gibi oluşturacağız.

Molly 2004: Ah, ben sanal gerçeklikte mi olacağım?

Ray: Hayır, aslında sisçik gerçekliğinde.

Molly 2004: Ben sisin içinde mi olacağım?

Ray: Yok, hayır, sisçik.

Molly 2004: Efendim?

Ray: Sonra kitapta anlatırım.

Molly 2004: Peki, bir ipucu ver bari.

Ray: Sisçikler nanobot, yani bir kan hücresi büyüklüğünde robotlar. Bunlar birbirlerine bağlanarak herhangi bir fiziksel yapının kopyasını yapabilirler. Dahası, görsel ve işitsel bilgiyi, sanal gerçekliğin biçimi dönüştürebilen niteliklerini, gerçek gerçekliğe getirebilecek şekilde yönlendirebilirler.[38]

Molly 2004: Keşke sormasaydım. Ama düşünüyorum da, yalnızca eşyalarımdan fazlasını isterim. Tüm hayvanları ve bitkileri de isterim. Teker teker görüp dokunamasam da her birinin orada olduğunu bilmek isterim.

George 2048: Ama hiçbir şey yok olmayacak.

Molly 2004: Biliyorum, bunu söylüyorsun. Ama demek istediğim, orada, yani biyolojik gerçeklikteki gibi.

Ray: Aslında, yaşamkürenin tamamı güneş sistemindeki madde ve enerjinin milyonda birinden az.

Charles: Çok fazla karbon içeriyor.

Ray: Bir şey yitirmediğimize emin olmak için tamamını sürdürmekte yine de yarar var.

George 2048: Birkaç yıldır süregelen ortak görüş de bu.

Molly 2004: Yani temelde ihtiyacım olan her şeyi parmaklarımın ucunda mı bulacağım?

George 2048: Doğru.

Molly 2004: Kral Midas gibi. Biliyorsunuz, dokunduğu her şey altına dönüşüyordu.

Ned: Evet, anımsayacağın gibi sonunda da açlıktan öldü.

Molly 2004: Eh, eğer sonuçta diğer tarafa geçersem, bütün o sonsuz öznel zamanla sanırım can sıkıntısından patlarım.

George 2048: Aa, bu asla olamaz. Olmamasını sağlayacağım.



NOTLAR

[1] Transtopia sitesine göre (http://transtopia.org/faq.html#1.11), “Tekilci” sözcüğü “ilk olarak Mark Plus (‘91) tarafından, ‘Tekillik kavramına inanan kişi’ anlamında tanımlanmıştır. Bu terimin bir diğer tanımı, “‘Tekillik eylemcisi’ ya da ‘Tekillik dostu’; yani bir Tekilliği gerçekleştirmek için eyleme geçen kişidir [Mark Plus, 1991; Singularitarian Principles, Eliezer Yudkowsky, 2000).” Bu tanım üzerinde evrensel fikir birliği yoktur. Birçok Transhumanist, hâlâ orijinal anlamıyla -yani, “eylemci” ya da “dost” olmaktan çok “Tekilcilik kavramına inananlar” olarak-Tekilci’dir.

Singularitarian Principles’ın 1.0.2 sürümünde (1 Ocak 2000), http://yudkowsky.net/obsolete/principles.html, Eliezer S. Yudkowsky, farklı bir tanım önerir: “Tekilci, insanınkinden büyük bir zekânın teknolojik olarak yaratılmasının arzu edilir olduğuna inanan ve bu yönde çalışan kişidir. Tekilci, Tekillik olarak bilinen geleceğin dostu, yandaşı, savunucusu ve temsilcisidir,” Benim görüşüm: Tekillik geliştirilebilir, özellikle de bilginin yapıcı gelişimini birçok yönden ve insan söyleminin çeşitli alanlarında -örneğin, demokrasiyi geliştirmek, totaliter ve köktenci inanç sistemleri ve ideolojilerle mücadele etmek, bilgiyi müzik, sanat, edebiyat ve teknoloji gibi tüm farklı biçimleriyle yaratmak- temsil etmesi sağlanabilir. Tekilci kişiyi, bu yüzyılda gerçekleşen dönüşümleri kavrayan ve bu dönüşümlerin kendi yaşamındaki anlamları üzerinde düşünmüş olan kişi olarak görüyorum.

[2] Bilgi işlemin katlanma hızlarını gelecek bölümde inceleyeceğiz. Birim başına düşen transistor maliyeti her iki yılda bir ikiye katlanmış da olsa, transistörler önemli ölçüde hızlanmış, birçok başka düzeyde yenilik ve gelişme ortaya çıkmıştır. Son dönemde, bilgisayarlı işlemin toplam gücünün birim maliyeti yılda iki katına çıkmıştır. Özellikle bir bilgisayarlı satranç makinesinin kullanabileceği hesap miktarı (bir saniyedeki hesaplama hızı) 1990’larda her yıl ikiye katlanmıştır.

[3] Stanislaw Ulam'ın sözcükleriyle John von Neumann, "Tribute to John von Neumann," Bulletin of the American Mathematical Society 64.3, 2. bölüm (Mayıs 1958): 1-49. Von Neumann (1903-1957) Budapeşte'de Musevi bir banker ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. 1930'da matematik dersleri vermek üzere Princeton Üniversitesine gitti. 1933 yılında, yeni kurulan Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsünün ilk altı profesöründen biri oldu ve yaşamının sonuna kadar burada kaldı. İlgi alanları çok geniş kapsamlıdır: Von Neumann, kuantum mekaniğinin yeni alanını tanımlayan temel güç olmuş; Oskar Morgenstem'le birlikte ekonomi araştırmalarını değiştiren bir metin olan Theory of Games and Economic Behavior’ı yazmış; 1930’ların sonlarında MANIAC’ı (Matematiksel Analizci, Sayısal Entegratör ve Bilgisayar) yapmak dâhil, ilk bilgisayarların mantıksal tasarımına önemli katkılarda bulunmuştur.

Ölümünün ardından Economic Journal’da yazdığı “John von Neumann 1903-1957” (Mart 1958: 174) başlıklı yazıda Oskar Morgenstern, John von Neumann’ı şöyle betimlemiştir: “Von Neumann’ın kişisel ilişkide olduğu diğer insanların düşünceleri üzerinde görülmemiş ölçüde büyük etkisi olurdu.... Engin bilgisi, hemen karşılık vermesi, eşi görülmemiş sezgisiyle ziyaretçilerini hayran bırakırdı. Çoğu zaman, daha onlar anlatmayı bitirmeden problemlerini çözmüş olurdu. Öylesine benzersiz bir akıldı ki bazı insanlar -kendileri de seçkin bilim insanları olan kişiler- kendilerine onun insanın zihinsel gelişimindeki yeni bir evreyi temsil edip etmediğini sormuşlardır.”

[4] Bkz. İkinci bölümde 20. ve 21. notlar.

[5] Konferans, 19-21 Şubat 2003 tarihlerinde Monterey, California’da yapıldı. Ele alınan konulardan bazıları kök hücre araştırmaları, biyoteknoloji, nano teknoloji, klonlama ve genetik yapısı değiştirilmiş gıdaydı. Konferans konuşmacılarının önerdikleri kitapların listesi için bkz.  http://www.thefutureoflife.com/books.htm.

[6] Düğüm (sunucu) sayısıyla ölçülen internet, 1980’lerde her yıl iki kat büyüyordu, ama 1985 yılında yalnızca birkaç on bin düğümü kapsıyordu. 1995 yılına gelindiğinde bu sayı birkaç on milyon düğüme yükseldi. 2003 yılının Ocak ayına gelindiğinde ise İnternet Yazılım Konsorsiyumu (http://www.isc.org/ds/host-count-history.html), 172 milyon web host, yani web sitesi barındıran sunucu saydı. Bu rakam, toplam düğüm sayısının yalnızca bir alt kümesini temsil etmektedir.

[7] Antropik (insancı) ilke, en geniş anlamda, fiziğin temel sabitlerinin bizim varlığımızla uyumlu olması gerektiğini söyler; uyumlu olmasalardı burada bulunup onları gözlemleyemezdik. İlkenin gelişiminin katalizörlerinden biri, çekim sabiti ve elektromanyetik eşleşme sabiti gibi sabitlerin incelenmesidir. Eğer bu sabitlerin değerleri çok dar bir aralığın ötesine geçip uzaklaşsaydı, bulunduğumuz evrende zeki yaşam mümkün olmazdı. Örneğin, elektromanyetik eşleşme sabiti daha güçlü olsaydı, elektronlar ile diğer atomlar arasında bağ oluşmazdı. Daha zayıf olsaydı, elektronlar yörüngede tutulamazdı. Bir başka deyişle, bu tek bir sabit yerinden ayrılarak son derece dar bir aralığın dışına çıksaydı, moleküller oluşmazdı. Bu durumda, insancı ilkenin yandaşlarına göre evrenimiz, zeki yaşamın evrimine göre incelikle ayarlanmıştır. (Victor Stenger gibi bunu küçümseyenler, sözü edilen ince ayarın o kadar da ince olmadığını, yaşamın başka koşullar altında oluşmasını sağlayacak daha geniş bir pencereyi destekleyecek dengeleyici düzeneklerin bulunduğunu öne sürerler.)

İnsancı ilke konusu, her biri kendi kurallar dizisi olan çeşitli evrenlerin varlığını savunan çağdaş uzay bilimi kuramları bağlamında (bkz. aşağıdaki 8. ve 9. notlar) yeniden ortaya çıkar. Ancak düşünen varlıkların var olmasına izin veren kuralların olduğu bir evrende burada bu soruları sorabilirdik.

Bu tartışmada yeni ufuklar açan metinlerden biri John Barrow ile Frank Tipler’e aittir: The Anthropic Cosmological Principle (New York: Oxford Üniversitesi Yayınları, 1988). Ayrıca bkz. Steven Weinberg, “A Designer Universe)”

http://www.physlink.com/Education/essayweinberg.cfm.

[8] Bazı uzay bilim kuramlarına göre bir değil, farklı birkaç evrenin oluşmasına (paralel evrenler ya da ‘balonlar’) yol açan birkaç büyük patlama olmuştur. Farkı balonlarda farklı fizik sabitleri ve kuvvetleri geçerlidir; bu balonların bazılarındaki (ya da en azından birindeki) koşullar, karbon tabanlı yaşamı destekler. Bkz. Max Tegmark, “Parallel Universes,” Scientific American (Mayıs 2003): 41-53; Martin Rees “Exploring Our Universe and Others,” Scientific American (Aralık 1999): 78-83; Andrei Linde, “The Self-Reproducing Inflationary Universe,” Scientific American (Kasım 1994): 48-55.

[9] Kuantum mekaniğinin bir yorumu olarak "çoklu dünyalar" ya da seri evrenler kuramı, kuantum mekaniğinin ortaya koyduğu bir sorunsalı çözmek üzere geliştirilmiş, sonradan insancı ilkeyle birleştirilmiştir. Ouentin Smith'in özetlediği biçimde: Kuantum mekaniğinin geleneksel ya da Kopenhag yorumuna ilişkin önemli bir zorluğu, kapalı bir evrenin genel uzay-zaman görelilik geometrisine uygulanamamasıdır. Böyle bir evrenin kuantum durumu, değişken uzay-zaman şiddetine sahip bir dalga fonksiyonu olarak nitelenebilir; herhangi bir belli noktada bulunan evrenin durumunun olasılığı, o noktadaki dalga fonksiyonunun şiddetinin karesidir. Evrenin, değişken olasılıkların farklı süperpozisyonlardan (üst üste binmeler) bu noktalardan birine -gerçekte olduğu noktaya- geçiş yapabilmesi için, dalga fonksiyonunu çökerterek, evrenin o noktada olacağını belirleyen bir ölçüm aygıtının bulunması gerekir. Ancak bu olanaksızdır, çünkü evrenin dışında hiçbir şey yoktur; dalga fonksiyonunu çökerten dış ölçüm aygıtı yoktur.

Olası bir çözüm, kuantum mekaniğinin Kopenhag yorumunun merkezinde yer alan dış gözlem ya da ölçüm düşüncesine dayanmayan bir yorumunu geliştirmektir. Kapalı bir sistemde temel olan bir kuantum mekaniği biçimlendirilebilir.

Bu. Hugh Everett’in 1957 yılında yazdığı “Kuantum Fiziğinin Görelilik Durumunun Formülasyonu” adlı tezinde geliştirdiği türden bir yorumdur. Dalga fonksiyonuyla temsil edilen süper pozisyondaki her noktanın, gerçekte gözlemcinin (ya da ölçüm aygıtının) bir durumu ile gözlemlenen sistemin bir durumunu içerdiği düşünülür. Böylece, “ardından gelen her gözlemle (ya da etkileşimle) birlikte gözlemcinin durumu birkaç farklı duruma bölünerek ‘dallar’ oluşturur. Dallardan her biri ölçümün farklı bir sonucunu ve nesne-sistem duruma karşılık gelen özdurumu gösterir. Herhangi bir gözlem dizisinin ardından tüm dallar eşzamanlı olarak, süperpozisyonda var olur.” Her dal, diğer dalların her birinden nedensel olarak bağımsızdır, sonuçta da hiçbir gözlemci herhangi bir “bölünme” işleminin farkında olmayacaktır. Dünya her gözlemciye gerçekte göründüğü gibi görünecektir.

Evrenin bütününe uygulandığında bu, evrenin, farklı bölümleri arasındaki ölçüm benzeri etkileşimlerin sonucunda düzenli olarak çok sayıda farklı ve nedensel olarak bağımsız dallara ayrıldığı anlamına gelir. Her dal ayrı bir dünya gibi, her dünyanın da sürekli olarak başka dünyalara bölündüğü düşünülebilir.

Bu dalların -evrenler kümesinin- yaşam için hem uygun olanları hem de uygun olmayanları içereceğini varsayarak şöyle devam eder Smith: “Bu noktada, güçlü insancı ilkenin, kuantum mekaniğinin çoklu dünyalar yorumuyla birleşerek, bu makalenin başında söz edilen açık sorunsalı çözme girişiminde nasıl kullanılabileceği açıklanabilir. Yaşam barındırmayan birçok dünyadan birindense, zeki yaşamın olduğu bir dünyanın gerçek olduğu gibi görüşte problematik olan bilgi, hiçbir biçimde bilgi olarak düşünülmez. Yaşamı hem barındıran hem de barındırmayan dünyalar da gerçekse, bu dünyanın gerçek ama beklenen bir şey olması şaşırtıcı değildir.”

Quentin Smith, “The Anthropic Principle and Many-Worlds Gosmologies,” Australasian Journal of Philosophy 63.3 (Eylül 1985); http://www.qsmithwmu.com/theanthropicprincipleandmany-worldscosmologies.htm adresinde bulunabilir.

[10] Beynin kendiliğinden düzenlenme ilkeleri ve bu işleyiş ilkesinin örüntü tanımayla ilişkisi için bkz. dördüncü bölüm.

[11] “Doğrusal” (bütün kesim noktalarının eş aralıklarda olduğu) bir eksende verilerin tamamını (örneğin, milyar yıl) sınırlı bir alanda (sözgelimi, bu kitabın bir sayfası) göstermek olanaksız olurdu. Logaritmik eksen (“log”) bu sorunu, gerçek değerlerin yerine değerlerin büyüklük kertesini gösterip, bu yolla daha geniş bir veri aralığını görmenizi sağlayarak çözer.

[12] Monterrey, Meksika'daki DUXX, İş önderliği Lisansüstü Okulunda öğretim üyesi olan Theodore Modis, "evrendeki değişimin ve karmaşıklığın evrimini yöneten kesin bir matematik kuralı" geliştirmeyi denemiştir. Bu değişimlerin örüntü ve tarihçesini araştırmak için de büyük değişimlere yol açan olayla­rın analitik veri kümesine gereksinim duymuştur. Taraflı seçim yapmamak için yalnızca kendi hazırladığı listeye bağlı kalmak istememiş, bunun yerine, aşağıdaki kaynaklardan biyoloji ve teknoloji tarihindeki büyük olayların on üç ayrı listesini derlemiştir.

Carl Sagan, The Dragons of Eden: Speculations on the Evolution of Human Intelligence (New York: Ballantine Books, 1989). Tam tarihler Modis tarafın­dan sağlanmıştır.

Amerikan Doğal Tarih Müzesi. Tam tarihler Modis tarafından sağlanmıştır. Britannica Ansiklopedisi içinde verilen "yaşam tarihinde önemli olaylar" bil­gi seti.

Astronomi ve Gezegen Bilimi Hakkında Eğitsel Kaynaklar (ERAPS) Arizona Üniversitesi,   http://ethel.as.arizona.edu/~collins/astro/ subjectevolve- 26.html.

Paul D. Boyer, biyokimyager, 1997 Nobel Ödülü sahibi, özel iletişim. Tam ta­rihler Modis tarafından sağlanmıştır.

J. D. Barrow ve J. Silk, "The Structure of the Early Universe," Scientific Ame­rican 242.4 (Nisan 1980): 118-128

J. Heidmann, Cosmic Odyssey: Observatoir de Paris, çev. Simon Mitton (Cambridge, İngiltere: Cambridge Üniversitesi Yayınları, 1989).

J. W. Schopf, yay. haz., Major Events in the History of Life, IGPP Evrim ve Yaşamın Kaynağı Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen sempozyum, 1991 (Boston: Jones and Bartlett, 1991).

Phillip Tobias, "Major Events in the History of Mankind," Schopf, Major Events in the History of Life içinde, 6. bölüm.

David Nelson, "Lecture on Molecular Evolution I," http://dmelson.utmem.edu/evolution.html ve "Lecture Notes for Evolution II," http://drnelson.utmem.edu/evolution2. html.

G. Burenhult, yay. haz. The First Humans: Human Origins and History to 10,000 BC (San Fransisco: HarperSanFransisco, 1993).

D. Johanson ve B. Edgar, From Lucy to Language (New York: Simon & Schuster, 1996). R. Coren, The Evolutionary Trajectory: The Growth of Information in the History and Future of Earth, World Futures General Evolution Studies (Amsterdam: Gordonand Breach, 1998).

Tarihleri 1980'ler ile 1990’lara ait bu listelerin birçoğu evrenin bilinen tari­hini kapsamakta, yalnızca üçü insansı maymun evrimine ait daha dar döne­me odaklanmaktadır. Daha eski listelerden bazılarında kullanılan tarihler kesin değildir, ama burada önemli olan olayların kendileri ve tarih içindeki göreli konumlarıdır.

Modis daha sonra, önemli olay kümelerini, yani kendi "kanonik dönüm nokta­larını" belirlemek amacıyla bu listeleri birleştirmiştir. Bu çalışma sonucunda listelerdeki 203 dönüm noktası oluşturan olaydan 28 kanonik dönüm noktası çıkmıştır. Modis ayrıca Coren tarafından hazırlanmış ayrı bir listeyi de kendi yöntemini doğrulamak için kullanmıştır. Bkz. T. Modis, “Forecasting the Growth of Complexity and Change," Technological Forecasting and Social Change 69.4 (2002);

http://ourworld.compuserve.com/homepages/tmodis/TedWEB.htm.

[13] Modis, listelerin boyutundaki değişkenlik ile tarihlerdeki değişkenliklerden hatalar doğabileceğini belirtmektedir (bkz. T. Modis, “The Limits of Complexity and Change,” The Futurist [Mayıs-Haziran 2003],

http://ourworld.com- puserve.com/homepages/tmodis/Futurist.pdf).

Bu nedenle, kanonik dönüm noktalarını tanımlamak için tarih kümeleri kullanmıştır. Her dönüm noktası, bilinen hataların standart sapmayı oluşturduğu varsayılan bir ortalamayı ifade eder. Birden fazla kaynağa dayanmayan olaylar için ise, “ortalama hatayı hata olarak kendisi atamıştır.” Modis, standart sapmada belirlenmeyen başka hata kaynaklarına da -kesin tarihlerin bilinmediği ya da her veri noktası için aynı önemde olabilecek hatalı varsayım olasılığının bulunduğu durumlarda- işaret eder.

Modis’in dinozor türünün tükendiğini söylediği 54,6 milyon yıl öncesine ait tarihin olması gerektiği kadar uzak bir tarih olmadığına dikkat ediniz.

[14] Nöronlar arasındaki bağlantıların sıfırlanma süreleri genellikle yaklaşık beş milisaniyedir. Bu da saniyede iki yüz sayısal kontrollü analog işlem olanağı sağlar. Bu, sinirsel bilgi işlemede çoklu doğrusalsızlığı açıklasa da bir nanosaniyeden az sürede devreye girebilen çağdaş elektrik devrelerinden yaklaşık bir milyon kez daha yavaştır (Bkz. ikinci bölümdeki bilgi işlem kapasite analizi).

[15] Los Alamos Ulusal Laboratuvarı araştırmacılarının, (Batı Afrika’da Oklo, Gabon’da bulunan) dünyanın bilinen tek doğal nükleer reaktöründeki radyoaktif izotopların göreli yoğunlaşmaları üzerine yaptıkları yeni bir analiz, iki milyar yıl içinde ince yapı sabiti ya da alfada (ışığın hızı alfaya ters orantılıdır) düşüş olduğunu gösterdi. Bulgunun net biçimde doğrulanması gerekmekle birlikte, bu, ışık hızında küçük bir artışı ifade eder. Bkz. “Speed of Light May Have Changed Recently,” New Scientist, Haziran 2004 http:// www.newscientist.com/news/news.jsp?id=ns99996092. Ayrıca bkz. http://www.sciencedaily.col/releases/2005/05/050512120842.htm.

[16] Stephen Hawking 21 Temmuz 2004 tarihinde Dublin’de yapılan bir bilimsel konferansta, otuz yıl önce kara delikler hakkında ortaya koyduğu tartışmalı savda yanıldığını açıkladı. Hawking, kara deliklerin yuttukları nesnelerin geri gelmelerinin mümkün olmadığını öne sürmüştü. Bu, bilginin korunduğunu söyleyen kuantum kuramının ihlali olurdu. “Bilimkurgu severleri düş kırıklığına uğrattığım için özür dilerim, ama eğer bilgi korunuyorsa, başka evrenlere gidebilmek için kara deliklerin kullanılması mümkün değildir,” diye konuştu. “Bir kara deliğin içine atlarsanız, kütle enerjiniz bulunduğumuz evrene dönecektir, ama neye benzediğinizin bilgisini içeren ancak tanınmayacak kadar bükülmüş bir formda dönecektir.” Bkz. Dennis Overbye, “About Those Fearsome Black Holes? Never Mind,” New York Times, Temmuz 2004.

[17] Olay ufku, Tekilliği (kara deliğin, sonsuz yoğunluk ve basınçla nitelendirilen merkezi) çevreleyen küresel bir bölgenin dış sınırı ya da çevresidir.

Bu olay ufkunun içindeki kütleçekim etkileri o kadar güçlüdür ki, çiftin birinin kara deliğe çekilip diğerinin ışıma olarak yayıldığı (Hawking ışıması) parçacık-karşıt parçacık çiftlerinin oluşmasına neden olan kuantum etkileri sayesinde yüzeyden yayılan bir ışıma olmasına karşın ışık bile kaçamaz. Bu bölgelere, Profesör John Wheeler tarafından ifade edilen terimle "kara delik" denmesinin nedeni budur. Kara delikler ilk olarak Alman astrofizikçi Kurt Schwartzschild tarafından 1916 yılında, Einstein'ın Genel Görelilik Kuramına dayanarak öngörüldüyse de gökadaların merkezindeki varlıkları ancak kısa zaman önce deneysel olarak ortaya konmuştur. Daha fazla bilgi için bkz. Kimberly Weaver,"The Galactic Odd Couple,"http://www.scientificamerican.com, 10 Haziran 2003; Jean-Pierre Lasota "Unmasking Black Holes," Scientific American (Mayıs 1999): 41-47; Stephen Hawking, A Brief History of Time: From the Big Bang to Black Holes (New York: Bantam, 1988).

[18] Joel Smoller ve Blake Temple, “Shock-Wave Cosmology Inside a Black Hole,” Proceedings of the National Academy of Sciences 100.20 (30 Eylül 2003): 11216-18.

[19] Vernor Vinge, “First Word,” Omni (Ocak 1983): 10.

[20] Ray Kurzweil, The Age of Intelligent Machines (Cambridge, MA: MIT Yayınları, 1989).

[21] Hans Moravec, Mind Children: The Future of Robot and Human Intelligence (Cambridge, MA: Harvard Üniversitesi Yayınları, 1988).

[22] Vernor Vinge, “The Corning Technological Singularity: How to Survive in the Post-Human Era,” NASA Lewis Araştırma Merkezi ve Ohio Uzay Enstitüsü sponsorluğunda düzenlenen VISION-21 Sempozyumu, Mart 1993. Metin, ahttp://www.KurzweilAI.net/vingesing dresinden bulunabilir.

[23] Ray Kurzweil, The Age of Spiritual Machines: When Computers Exceed Human Intelligence (New York: Viking, 1999).

[24] Hans Moravec, Robot: Mere Machine to Transcendent Mind (New York: Oxford Üniversitesi Yayınları, 1999).

[25] Damien Broderick’in iki yapıtı: The Spike: Accelerating into Unimaginable Future (Sidney, Avustralya: Reed Books, 1997) ve The Spike: How Our Lives Are Being Transformed by Rapidly Advancing Technologies, gözden geçirilmiş baskı. (New York: Tor/Forge, 2001).

[26] John Smart’ın özetlerinden biri olan “What is Singularity,”

http://www.KurzweilAI.net/meme/frame.html?main=articles/art0133.html

adresinde verilmektedir; John Smart’ın teknolojinin ivmesi, Tekillik ve ilgili konularda derlenmiş yazıları için bkz.

http://www.accelerating.org.

John Smart, “yapay zekâ ve zekânın geliştirilmesine” ilişkin konuları ele alan “Accelerating Change” konferansını yönetmektedir. Bkz.

http://www.accelerating.org/ac2005/index.html.

[27] Elektronik sistem özerinde çalışan insan beyninin bir taklidi kendi biyolojik beyinlerimizden çok daha hızlı çalışacaktır. Her ne kadar insan beyni yoğun paralellikten (potansiyel olarak hepsi eşzamanlı çalışan yaklaşık yüz trilyon nöron bağlantısı) yararlansa da bağlantıların sıfırlanma süresi, çağdaş elektroniğe kıyasla son derece yavaştır.

[28] Bkz. ikinci bölümdeki 20. ve 21. notlar.

[29] Bilgisayar kullanımının fiyat performansına uygulandığı biçimiyle bilgi teknolojilerinin üstel büyümesinin matematiksel çözümlemesi için bkz. “Ek: İvmelenen Getiriler Yasasının Yeniden Ele Alınması” bölümü.

[30] 1950 yılında Mind: A Quarterly Review of Psychology and Philosophy'de ya­yımladığı bildiride bilgisayar kuramcısı Alan Turing ünlü sorularını sormuş­tur: "Makine düşünebilir mi? Bir bilgisayarın düşündüğünü nasıl anlarız?" İkinci sorunun yanıtı Turing Testi’dir. Şu anda da tanımlanan biçimiyle bu testte uzmanlardan oluşan bir kurul, uzaktaki bir deneğe aşk, güncel olaylar, matematik, felsefe gibi çeşitli konularda ve özel geçmişi hakkında sorular sorarak, deneğin bir bilgisayar mı yoksa insan mı olduğunu saptar. Turing Testi, insan zekâsının ölçüsü olarak tasarlanmıştır; testi geçememek zekâ düşüklüğünü göstermez. Turing'in özgün makalesi için bkz. http://www.abelard.org/turpap.htm; test hakkındaki tartışmalar için ayrıca bkz. The Stanford Encyclopedia af Philosophy, http://plato.stanford.edu/entries/turing-test.

Tam olarak insan zekâsıyla aynı düzeydeki zekâya sahip olmayan bir maki­nenin doğru hazırlanmış bir Turing Testi’ni geçmesini sağlayacak herhangi bir hile ya da algoritma yoktur. Ayrıca bkz. Ray Kurzweil, "A Wager on the Turing Test: Why I Think I Will Win," http://www.KurzweilAI.net/turingwin.

[31] Bkz. John H. Byrne, “Propagation of the Action Potential,” Neuroscience Online, https://oac22.hsc.uth.tmc.edu/courses/nba/s1/i3-1.html: “Sinirlerin eylem potansiyelinin yayılım hızı, saniyede 100 metreden (saatte bir kilometre) saniyede bir metrenin onda birinin (saatte 10 metre) altına kadar değişebilir.” Ayrıca bkz. Kenneth R. Koehler, “The Action Potential,” http://www.iwc.uc.edu/koehler/biophys/4d.html: “Memelilerin motor sinirlerinin yayılım hızı saniyede 10-120 metreyken, miyelin tabakasıyla kaplı olmayan duyu nöronları için bu saniyede 5-25 metredir (miyelin tabakasıyla kaplı olmayan nöronlar, ani yükselmeler göstermeden süreklilik gösteren biçimde atış yapar; iyon sızıntısı etkili tam devrelere izin verir ancak yayılım hızını yavaşlatır).”

[32] 2002 yılında Science dergisinde yayımlanan bir araştırma, insanlarda beyin kabuğunun yatay gelişiminde beta katenin proteinin oynadığı rolü vurgu­lamaktadır. Bu protein, beyin kabuğunun kıvrılarak yarıkların oluşmasında asal bir rol oynar; gerçekten de beynin bu bölümünün yüzey alanını artırıp daha fazla nöron için yer açan da bu kıvrılmadır. Bu proteinin yüksek düzey­de ürediği farelerde, kontrollü denek farelerinin pürüzsüz ve düzgün beyin kabuklarına kıyasla çok daha buruşuk, kıvrımlı bir beyin kabuğu oluşmuş­tur. Anjen Chenn ve Christopher Walsh,"Regulation of Cerebral Cortical Size by Control of Cell Cycle Exit in Neural Precursors," Science 297 (Temmuz 2002): 365-69.

2003 yürütülen yapılan insanlar, şempanzeler ve rhesus makaklarında beyin kabuğunun gen ekspresyon profillerinin kıyaslaması, beynin düzen ve kav­rayışıyla ilgili olan genlerin yalnız doksan birinde ekspresyon farklılığını ortaya koymuştur. Çalışmanın müellifleri, bu farklılığın yüzde doksanının yukarı düzenleme (daha fazla etkinlik) olduğunu şaşırarak görmüşlerdir. Bkz. M. Cacares vd, "Elevated Gene Expression Levels Distinguish Human from Non-human Primate Brains," Proceedings of the National Academy of Sciences 100.22 (28 Ekim 2003): 13030-35.



[33] Robert A. Freitas Jr., “Exploratory Design in Medical Nanotechnology: A Mechanical Artificial Red Cell,” Artificial Cells, Blood, Substitutes, and Immobil, Biotech 26 (1998): 411-30; http://www.foresight.org/Nanomedicine/Respirocytes.html; ayrıca bkz. Nanotıp Sanat Galerisi’nin görüntüleri

(http://foresight.org/Nanomedicine/Gallery/Species/Respirocytes.html) ve ödüllü respirosit animasyonu

(http://www.phleschbubble.com/albul/beyondhuman/respirocyte11.htm).

[34] Sisçikler, nano teknolojinin öncüsü, Rutgers profesörlerinden olan J. Storrs Hall’un oluşturduğu bir kavramdır. Ortaya koyduğu tanımdan küçük bir bölüm: “Nano teknoloji, minik, kendi kendine çoğalan robotlar düşüncesine dayanır. Sis Kümesi, bu düşüncenin oldukça basit bir uzantısıdır; İstediğiniz bir nesneyi teker teker atomlarla oluşturmak yerine bu küçük robotların [sisçiklerin] el ele tutuşup, o istediğiniz nesnenin biçimine göre sert bir kütle oluşturduğunu varsayın. Daha sonra, bu avangard kahve sehpasından sıkıldığınızda da robotlar yalnızca yerlerini biraz değiştirerek sizin için Kraliçe Anne dönemine ait bir parçayı oluşturabilirler.” J. Storrs Hail, “What I Want to Be When I Grow Up, is a Cloud,” Extropy, 3. ve 4. sayılar, 1994. Temmuz 2001 tarihinde KurzweilAI.net’de yayımlanmıştır: http://www.KurzweilAI.net/foglets. Ayrıca bkz. J. Storrs Hall, “UtilityFog: The Stuff That Dreams Are Made Of,” Nanotechnology: Molecular Speculations on Global Abundance içinde, yay. haz. B. C. Crandall (Cambridge, MA: MIT Yayınlan, 1996). 5 Temmuz 2001 tarihinde KurzweilAI.net’de yayımlanmıştır: http://www.KurzweilAI.net/utilityfog.

[35] Sherry Turkle, yay. haz., “Evocative Objects: Things We Think With,” yakında yayımlanacak.

[36] Bkz. ikinci bölümdeki “Bilgi İşlemin Üstel Büyümesi” başlıklı şekil (s. 55). Bilgi işlemin fiyat performansının çift üstel büyümesini yirmi birinci yüzyılın sonuna uygularsak, bilgisayarla yapılan bin dolar değerindeki işlemle saniyede 1060 hesap (cps) yapılabilecektir. İkinci bölümde irdeleyeceğimiz gibi, insan beyninin işlevsel olarak benzerini yapabilmek için gereken işlem miktarı üzerinde yürütülen üç farklı analiz, 1015 cps tahminini ortaya koymuştur. Sinaps ve dendritlerin her birindeki doğrusalsızlıkların uyarılması gerekeceğini varsayan daha temkinli bir tahmin, insan beyninin nöromorfik benzeri için 1019 cps gerekeceği sonucunu vermiştir. Daha temkinli rakamı aldığımızda bile yaklaşık 1010 insan için 1029 cps buluruz. Böylece, 2099 yılı dolaylarında bin dolar karşılığında satın alınabilecek 1060 cps, 1031 (on milyon trilyon trilyon) insan uygarlığını ifade edecektir.

[37] Dokuma tezgâhının ve on sekizinci yüzyılın erken dönemlerinin diğer tekstil otomasyon makinelerinin icadı, yüzyıllar boyunca sonraki kuşaklara güçlü aile şirketleri devrederek süregelen İngiliz dokumacılarının bu küçük ev endüstrilerinden elde ettikleri kazançlara zarar vermiştir. Ekonomik güç, dokumacı ailelerden makine sahiplerine geçmiştir. Söylentiye göre, Ned Ludd adındaki genç ve kıt akıllı bir delikanlı tamamen sakarlık sonucu tekstil fabrikasındaki iki makineyi bozmuştur. O noktadan sonra, ne zaman bir fabrika gerecinin gizemli bir biçimde bozulmuş olduğu fark edilse, suçlu olabileceği tahmin edilen herkes “ama bu Ned Ludd’un işi” diyecekti. 1812 yılında çaresiz dokumacılar gizli bir örgüt, bir kent gerilla ordusu kurdular. Fabrika sahiplerini tehdit edip taleplerde bulundular; birçoğu da bu tehdit ve isteklere uydu. Liderlerinin kim olduğu sorulduğunda da “Niye, tabii ki General Ned Ludd,” diye yanıtladılar. Luddcular olarak tanınan bu grup ilk şiddet eylemlerini makinelere yöneltmişlerse de o yılın sonlarına doğru bir dizi kanlı çarpışma da patlak vermişti. Tory hükümetinin Luddculara gösterdiği hoşgörü sona erdi; akım, önde gelen üyelerinin tutuklanmaları ve asılmalarıyla yok olup gitti. Sürekli ve tutarlı bir akım yaratamamış olmalarına karşın Luddcular otomasyon ve teknoloji karşıtlığının güçlü bir simgesi olarak kalmıştır.

[38] Bkz. 34. not.



1 yorum:

Bilibili Yavrucak, Zıbartan Teması © 2017 - 2021 Bilibililer