Bir Ahir Zaman Peygamberi,
Sınıflandırılamaz Düşünür
Albert Caraco
“Ahir zaman”; hem “yeni”, “son” anlamında,
hem de “dünyanın son günleri, kıyametin kopmak üzere bulunduğu günler veya
yıllar” anlamında bir ibare. Caraco bu iki anlama da denk düşen bir yazar,
düşünür. Keza, “sınıflandırılamaz”; tıpkı öncelleri gibi, bütün nihilist fikir
ve düşünürler, Schopenhauer, Nietzsche, hatta Malthus, Cioran... nev-i şahsına
münhasır şahsiyetler, düşünürler... İnsanlığın artık rastlamadığımız bir
soyu...
Yaklaşık dört yüzyıldır Türkiye’de yaşayan
Sefarad bir ailenin oğlu olarak 10 Temmuz 1919’da -sürgünler ve göçler zamanında- İstanbul’da doğmuş Albert Caraco. Önce Orta Avrupa’ya (Viyana, Prag, Paris)
göç etmiş Caraco ailesi, sonra İkinci Dünya Savaşı arifesinde, Nazi tehdidi
karşısında Güney Amerika’ya.
Albert Caraco’nun mutlak anlamda yazıya
adanmış, münzevi yaşamında biyografinin ne kadar önem taşıdığı yine ancak
eserlerine bakarak anlaşılabilir. Ama
savaş sonrası Paris’ine geri dönüşünün onda yarattığı yıkım ve felaket duygusunu,
insanlığa dair umutsuzluğunu şahsi kararıyla ölçebiliriz: İntihar kesin ve tek sondur. Ancak
ailesini üzmemek için, bunca yıkımın üzerine bir de bunu eklememek için
erteler. Önce annesi ölür; “Bayan Anne”nin ölümünün hemen ardından yazdığı Post Mortem, doğmuş olmanın nafile ve telafisiz
duygusunun -Türkçe ifadeyle “Batsın Bu Dünya!”nın- en yeğin ve yoğun anlatılarından biridir: Anneden
nefretin ve anne sevgisinin incelikli, ender anlatılarından biri. Sonra baba
ölür; daha fazla bekleyecek hiçbir şey kalmamıştır: Albert Caraco, babasının
ölümünden birkaç saat sonra intihar eder (Eylül 1971).
Bu kadar rasyonel ve tartışmasız, kesin
bir hayatın tartışmasızlığından geriye çok sayıda yayımlanmış (ve okuyucu
bulamamış) ya da hiç yayımlanmamış sayısız eser kalmıştır; çünkü Caraco, yıllar
önceden kararlaştırdığı intihar -ve ölüm- ânını beklerken, tek iş olarak,
düzenli ve sistematik olarak yazar, başka bir şey yapmaz, sadece yazar, her gün
aynı saatlerde, altı saat yazar, tek bir düzeltme yapmadan yazar, inzivayı -ve dünyayı- yaşar.
Hayatından anlayabiliriz; çok kültürlü,
çok dilli biridir Caraco. Ama bir eseri sınıflandırılamaz yapmaya bu kadarı yetmez elbette. Yirminci
yüzyılın son peygamberi Caraco’nun eserinden rahatsız edici hakikatler birer
havai fişek gibi fırlar ve patlar. Bu fişeklerin soğukluğu, doğrudanlığı, berrak karamsarlığı az
rastlanır türdendir; ne Nietzsche’de ne de Cioran’da rastlarız böylesine.
Caraco “acı gerçekler”i çarpar yüzümüze; hem de Klasik yazarlara özgü bir
sadelik ve akıl gücüyle. O bir “nesnellik fanatiği”dir. Guy Debord’u andıran
-doğru çıkan- bir kehanet gücü vardır.
Bedduası ve laneti “nesnel”dir: Ürememize, üretmemize ve tüketmemize itiraz eder; dünyanın sonunu
hazırlayan şehirlerimize, üst üste koyduğunuz beton yığınlarına, budala politikacılara
ve yok olmaya mahkûm kitlelere, sürüleredir onun laneti, böcekleşmiş yığınlara,
gökten firar etmiş tanrılara -bu yüzden de “doğru”dur. Kendini anarşistlere ve
nihilistlere yakın hissetse de, geleceğe dair mutlak umutsuzluğu, felaket
beklentisi onu geçmişe, “reaksiyoner” -ikili anlamda: Tepkici ve gerici- tavra
da yöneltir; kimi ibarelerini monarşi yanlısı, hatta ırkçı olarak görebiliriz,
ama şimdiki zamana dair yaşadığımız “acı gerçeği” burada ayırt etmemek
imkânsızdır. Dünyada en çok sevdiği şeyin, uygarlığın ihanetine uğramış birinin
öfkesidir onunki. Sınıflandırılamazlık, bu genelleşmiş nefretin ve nerede
duracağı belli olmayan sorgulamanın insanda yarattığı tedirginliğin de karşılığıdır.
Cinsellikten Yahudi sorununa, sembolizmden
felsefi meselelere ve edebiyata dek
her alanda yazmış, şu ana dek yirmi iki ciltlik eseri yayımlanmış bir yazar olan, ancak pek az tanınan, pek az okunan, tanınmayı ve bilinmeyi ise hem içerik hem de biçim bakımından hak eden Albert Caraco’nun eserinin en özlü kısmı olan “Kaos’un Kutsal Kitabı” ideal bir saldırı
malzemesi, bir dinamit, bir tahrip kalıbıdır: Yoğun, kısa, esinli, terörist, sert, kehanet dolu,
provakatif, karanlık, gizli -ve yeterli...
İnsan
katmanlarında gezinen aşırı ahlakçı Caraco bir kıyamet habercisidir; yıkım ve
felaket kehanetinde
bulunur. Nietzsche gibi o da “ebedi
tekerrür”den söz eder; kaynağa geri dönüş, ona göre dişi ilke’nin egemen olmasıdır... Ama onu yeryüzüne bağlayan tek
şey edebiyattır. Kelimenin tam anlamıyla bir Aydınlanma düşünürü, bir Ansiklopedisi,
bir erüdit olan Caraco’nun “karanlık nihilizmi”nin ürünü olan kesinlikle
karanlık, karamsar, insandan kaçan kitapları, hiçbir umuda, hiçbir pozitifliğe yer vermez. Her türden ırkçılığın ve fanatizmin
yükselişine tanık olduğundan, her türden hümanizmanın imkânsızlığını
açıkça belirttiğinden dayanması güç, okunması güç -ama mükemmel bir dilde
yazılmış- bu kitaplar, özellikle de “Kaos’un
Kutsal Kitabı”, felsefeden ziyade bir
ahlak ve tarih kitabıdır; çağdaş dünyanın karanlık ve umutsuz, aynı zamanda peygamberce bir
teşhisi, mutlak sonun kesin çağrısı olarak okunabilir.
En sonuncu ve en radikal ahlakçının,
öfkeli beddualarla
dolu, kısa fragmanlardan oluşan bu
kitabı, bir tür kutsal kitap, kıyamet deyişi olarak okunabilir; ama daha
ürkütücü, çünkü gerçekçidir -çünkü zaman dışı bir yerden konuşur Caraco.
Kendini herkesin, her şeyin, politikanın,
çıkarın, zamanın dışına yerleştiren, başka bir yerden konuşan biri...
Bu sesin karşılık bulmadığını söylemek
için henüz erken.
Aykırı, irkiltici seslerin reddedildiğini, yok sayıldığını biliyoruz;
Caraco’nun sesi de bize insan denen
canlının doğa karşısındaki fuzuli varlığını, yokluğunun doğayı hiç “ilgilendirmeyeceğini”,
belki de “rahatlatacağını” hatırlatan, haddimizi bilmeye, boyumuzun ölçüsüyle davranmaya davet
eden ender metinlerden... İnsan, (büyük ya da küçük harfli) tanrı olmasa da
edebini takınabilir, takınmalı... Az sayıda kişinin okuduğu metinlerde edep
duygusu, insanlık kadar eski ve ezoterik bir bilgi hep saklıdır; “Kaos’un
Kutsal Kitabı” da bunlardan biri...
“İyi okumalar”...
Işık
Ergüden
Teşekkür ederim
YanıtlaSil